|
|
 |
Siyasi Bilgiler 8 |
‘DERİN HABER’ Türü İçerikler
Apo Ergenekon üyesi mi?
Tür: DERİN HABER
28 Şubat sürecinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı yapan Bülent Orakoğlu Ergenekon terör örgütüne yönelik çok çarpıcı iddialarda bulundu. Orakoğlu, PKK, Dev-Sol, Hizbullah ve Hizbuttahrir örgütlerinin Ergenekon tarafından kurulan ‘naylon’ örgütler olduğunu ifade ederek, “Abdullah Öcalan da Ergenekon üyesidir. Abdullah Öcalan devlet görevlileri ile bir araya geldiğini, görüştüğünü söylemiştir ama Ergenekon’un adamı olduğunu söylememektedir” dedi.
İpek Medya Grup Başkanı Fatih Karaca’nın hazırlayıp sunduğu Gündem Siyaset programının bu haftaki bölümünde Ergenekon davası ve Ergenekon yapılanmasının geçmişten bugüne tüm ayrıntıları masaya yatırıldı. Programa katılan TBMM Susurluk Komisyonu Üyesi ve eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar ve 28 Şubat sürecinin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’nun çarpıcı iddiaları ise Ergenekon’a yeni bir bakış açısı kattı.
“ERGENEKON DEVLETİN DIŞINDA”
Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Sağlar, Ergenekon terör örgütünün Susurluk çetesinin bir uzantısı olduğunu söyledi. 1950′lerde NATO tarafından çeşitli ülkelerde kurulan kontr-gerilla kadrolarının Türkiye ve Almanya haricindeki diğer ülkelerde başarı ile tasfiye edildiğini belirten Sağlar, Susurluk ve Ergenekon gibi örgütlerin varlığı ile bu olgunun halen sürdüğünün ortaya çıktığını söyledi. 11 yıldır, bu yapının Türkiye’den tasfiye edilmesi için mücadele ettiğini vurgulayan Sağlar, Susurluk Komisyonu üyeliğinden edindiği bilgiler çerçevesinde Susurluk’un 12 Eylül öncesinde ve sonrasında kullanıldığını, bu yapının, bir şeyleri hedefleyenler tarafından oluşturulduğunu ancak tasfiyesinin başarılı olmaması ile birlikte bugün Ergenekon olarak yeniden ortaya çıktığını söyledi. “Ergenekon Susurluk’un devamıdır” şeklinde konuşan Sağlar, Susurluk’ta devlet kademelerine sızan bir örgüt yapısı olduğunu ancak Ergenekon’nun, bir zamanlar devlet kademelerinde bulunmuş emekliler ve onların devlet içindeki bağlantılarından kurulu bir örgüt tablosu çizdiğini söyledi.
“SUSURLUK ÜZERİNE GİDİLSEYDİ 28 ŞUBAT OLMAZDI”
Emniyet İstihbarat’ın eski patronu Bülent Orakoğlu’nun saptamaları ise çarpıcıydı. İstihbaratçı gözüyle Ergenekon terör örgütünün tahlilini yapan Orakoğlu, Susurluk’un devlet içindeki sağ tandanslı bir çeteleşme olduğuna dikkat çekerken, Ergenekon’un ayrılıkçı Kürt, aşırı sol, sağ ve muhafazakar kanatları içinde barındırdığının ortaya çıktığını söyledi. Bu durumun Türkiye’nin nasıl bir abluka altına alındığının anlaşıldığının altını çizen Orakoğlu, amacın Türkiye’de bir kaos ortamı yaratılması olduğunu kaydetti. Kendisinin görevde olduğu dönemde Susurluk sürecini yakından izlediğini belirten Orakoğlu, Susurluk’un yeterince üzerine gidilemediğini, eğer gidilmiş olsaydı 28 Şubat sürecinin yaşanmayacağını ve Refah-Yol hükümetinin düşürülemeyeceğini söyledi. Ergenekon’da da aynı sürecin bugünkü hükümeti hedef aldığını belirten Orakoğlu, bu oyunun başarıya ulaşamadığını ancak devlet kademelerinde halen derin yapılanmaların var olduğunu söyledi.
“GLADİO YAPILANMASI AÇIKLANSIN”
Orakoğlu, Ergenekon davasının amacına ulaşması ve bu tür yapılanmaların tamamen devletin içinden temizlenmesi için öncelikle Gladio yapılanmasının devlet tarafından açıkça kamuoyuna anlatılması gerektiğini söyledi. Özellikle 28 Şubat sürecinin aktörlerinin halen yargılanmamasının sonucu olarak bugün bu durumun yaşandığına dikkat çeken Orakoğlu, Ergenekon’un üzerine gidilmediği sürece Türkiye’de ilerleyen dönemde farklı kisvelerde 28 Şubatlar yaşanacağından şüphe duyulmaması gerektiğini söyledi.
“APO ERGENEKON ÜYESİDİR”
Orakoğlu’nun en çarpıcı iddiası ise bölücü örgüt elebaşı Abdullah Öcalan’ın Ergenekon örgütü üyesi olduğu yönündeydi. Orakoğlu, Abdullah Öcalan’ın geçmişte pek çok kez kendisini devlet görevlisi olarak tanıtan kişilerle irtibata geçtiğini ifade ettiğine dikkat çekerek, kendisinin de tam olarak bilmediği bu yapılanmaya hizmet ettiğini ve Ergenekon örgütüne üye olduğunu söyleyemeyeceğini iddia etti. 28 Şubat aktörlerinin Avrupa’da PKK sorumlularıyla görüşmeler yaptığını savunan Orakoğlu, “PKK, Hizbullah, Dev-Sol ve Hizbuttahrir örgütleri Ergenekon yapılanmasının naylon örgütleridir” dedi. Orakoğlu, hükümetin ve TSK’nın Ergenekon yapılanmasının üzerine gitmek konusunda siyasi irade gösterdiğini vurgulayarak, Ergenekon’un gövdesine ulaşmak için kararlılık gösterilmesi gerektiğini, sadece kollarının budanmasının yetmeyeceğini söyledi.
(Zaman, 22 Eylül 2008)
Ergenekon’un Cumuhuriyet kadını: Sisi
Tür: DERİN HABER
Adı: Seyhan Soylu.
Nam-ı diğer: Sisi.
Öğretmenlikten ayrılıp dansöz olan eski bir CHP’li annenin kızı, pardon oğlu olarak dünyaya geldi.
Dönme; erkek olarak başladığı hayatı, kadın olarak sürdürüyor.
Polis olacaktı, ama akademiden atıldı.
Yıllarca ülkücü camianın içinde yer aldı.
Meraklısına bol bol çıplak pozlar verdi, memleketin güzide dergileri bu pozları çarşaf çarşaf yayınladı.
Uzun yıllar, “travestilerin kraliçesi” olarak anıldı.
Kraliçeliği yalnızca travestilikle sınırlı kalmadı.
28 Şubat darbesinin de kraliçesiydi.
Dindar çevreleri karalamaya yönelik uydurma skandalları tezgâhladı.
Telekızlık yapan Fadime Şahin’i sözde tesettürlü bir genç kız, alkolik Ali Kalkancı’yı şeyh yaparak 28 Şubat’a bahane gösterilen skandalları sahneledi.
Başarıları için “alnından öptüklerini” söyledi.
JİTEM’in finanse ettiği öne sürülen bir dergide genel koordinatörlük yaptı.
Son olarak, “Cumhuriyet Kadınları Projesi” üzerinde çalışıyordu.
Çoğunuz hatırlamasa da, magazin müdavimleri çok iyi hatırlayacaktır; hani Nurseli İdiz Atatürk olmuştu ya!
Hah! İşte o proje.
Gel gör ki birileri bu eşsiz projeye, cahil halkımızın “Cumhuriyet kadınları”nı tanımasına fırsat vermedi.
Projenin mimarı, cumhuriyetçi organizasyonların büyük dehası Sisi, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı.
Kraliçe Sisi’yle birlikte bazı “genç subaylar” da gözaltına alındı.
Sisi, Ergenekon terör örgütünün neresindedir?
Kurucu mudur?
Beyin takımı mıdır?
Motor gücü müdür?
Ayak takımı mıdır?
Organizatör müdür?
Şimdilik bilmiyoruz.
Belki de tek işi Ergenekonculara keyif vermekti.
Ancak, bu karanlık örgütle Sisi arasında dikkat çekici bir benzerlik var.
Sisi denildiğinde kafalarda nasıl bir “cinsiyet imajı” oluşuyorsa, Ergenekon denildiğinde de benzer bir “siyasi imaj” oluşuyor.
Sisi’nin erkek mi kadın mı olduğu ne kadar belli ise, Ergenekon icadı ulusalcılığın, sağ mı sol mu, milli mi gayrı milli mi olduğu o kadar belli.
Ergenekon zanlılarını ve onlara ilişkin kamuoyuna yansıyan bilgileri şöyle bir düşünün.
Ne oldukları, ne yapmaya çalıştıkları, siyasi söylemleri, kişilik yapıları, eylemleri ne kadar da Sisi’ye benziyor değil mi?
Sapkınlığın, hezeyanların, ölçüsüzlüğün, değer tanımazlığın her türlüsü var.
Biri kişisel, diğeri siyasal bir kimlik olarak benzer bir garabete işaret ediyor.
Sisi ne kadar erkekse, Ergenekoncular o kadar Atatürkçü.
Sisi ne kadar kadınsa, Ergenekoncular o kadar milliyetçi.
Sisi ne kadar aslını inkar etmişse, Ergenekoncular da Türkiye’nin siyasal, sosyal, kültürel ve dini olarak o denli aslını inkar etmesini istiyor.
Sisi ne kadar değişmiş, başkalaşmış, yabancılaşmış ve ucube hale gelmişse, Ergenekoncu zihniyet de Türkiye’de herkesin o kadar kendine ve kendi değerlerine yabancılaşmasını istiyor.
Madem Sisi ve Ergenekon arasında benzerliklerden söz ettik.
Son bir benzerlikle bitirelim.
Sisi’nin neslini sürdürme ihtimali ne kadarsa, Ergenekon’un gelecek kuşaklarda varlığını sürdürme ihtimali de ancak o kadardır.
(Eylül 2008, kanala.com, Selahattin Serçe)
Devlet için katliam
Tür: DERİN HABER
8 yıl önce Uşak cezaevinde isyan çıkaran Nuri Ergin ve kardeşi Vedat Ergin’in “Bu devlet bana Mustafa Duyar’ı öldürttü. Veli Abi’ye Veli Küçük’e sorun” şeklindeki itirafın bir benzeri, 2005 yılında öldürülen Susurluk sanığı özel harekat polisi Oğuz Yorulmaz’ın annesinden geldi. Anne Yorulmaz, oğlunun Ergenekon örgütü bünyesinde devlet adına 93-94 cinayet işlediğini öne sürdü.
Uğur Dündar’ın hazırlayıp sunduğu Star Ana Haber bülteninde bir röportajı yayınlanan Oğuz Yorulmaz’ın annesi Nuran Yorulmaz şok eden iddialarda bulundu. Oğlunun ölümünden Ergenekon örgütünü sorumlu tutan anne Yorulmaz şunları söyledi: “Ergenekon’da sadece paşalar değil siyasetçilerde var. Ben evladımı devlete memur verdim, çeteci vermedim. Ortalama 93-94 kişiyi öldürmüşler. Bazı Kürt işadamlarını başta Ömer Lütfi Topal, Savaş Buldan, Behçet Cantürk gibi PKK ya destek oluyorlar diyerek devlet adına öldürdüler. Oğlum, özel harekat, vurucu tim bu nereye gönderirlerse oraya gidiyor. Devlet çete yaptı. Veli Küçük Paşa bunları başıydı. Emirleri ondan alıyorlardı. Ben büyük bir ihtimalle oğlumun öldürülmesini onlardan biliyorum. Sadece Veli Küçük’le bitmez bu iş, Tansu Çiller Hanım, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin…”
(http://www.haber7.com)
İlker Başbuğ’un masonluk hikayesi
Tür: DERİN HABER
- Türkiye’nin Genelkurmay Başkanı, 2006 yılında resmi başvuruda bulunarak İngiltere destekli ve kuruluşu 1882 yılına dayanan “Cercle d’Orient”e üye olmak istedi. Ve isteği soruşturma sonrası kabul olundu.
- Cercle d’Orient, “Doğu Çevresi” veya “Şark çemberi” anlamlarına da gelir. Kurucusu olan İngiltere’nin İstanbul Elçisi Sandison, aynı zamanda Beyoğlundaki “Grand Orient Mason Locasının” da kurucusudur. Cercle d’Orient ve Grand Masonlar Locası (yeni ismiyle Büyük Kulüp) uzçun yıllar Beyoğlu Abraham Paşa apartmanında çalışmalarını sürdürdü.
- Büyük Kulüp, Kadıköy Havuçzlubahçe’ye deniz kıyısına taşındı. Sosyete ve zenginlerin Türkiye’yi yöneten üst düzey basın ve iş dünyası ile İngiltere-ABD eksenli derin güçlerin buluşma, eğlenme yeridir. Ve Büyük Kulüb’ün üyeleri arasında masonlar da dikkat çekmektedir.
- Sayın İlker Başbuğ, “Cercle d’Orient”e üye olması esnasında Genelkurmay’dan izin almış mıdır?
Türkiye Devleti’nin Ağustos 2008 tarihi itibariyle Genelkurmay başkanlığı görevine getirilen sayın İlker Başbuğ’un kimliği ve kişiliğinin arka planında yer alan tarihsel bir gelişmeyi aralamak ve toplumu aydınlatmaktır. Zengin bir tarih birikimi ile Türkiye, üç kıtanın kavşak yerinde bulunması dolayısı ile Avrupa, Kafkasya, Ortadoğu’da yaşanan olayların çekim merkezi durumundadır. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü, bağımsızlığı ve geleceğe güvenle bakmasının da en büyük güvencesi halkının devlete demokrasiye ve ordusuna olan güvenidir. Ataları ve ailesinin geçmişinden süzülerek gelen ve Türkiye’nin Genelkurmay başkanlığı görevine kadar yükselen sayın İlken Başbuğ’un biyoğrafisinde yer alan bilgilere göz atalım:
İlker Başbuğ (d. 1943,Afyonkarahisar). Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanıdır. 1943 yılında Afyonkarahisar’da doğan Başbuğ, aslen Rumeli Manastır kökenli bir aileye mensuptur. 1965 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1968 yılında Piyade Okulundan mezun olmuştur. 1975 yılına kadar Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı çeşitli birliklerde Takım ve Bölük Komutanlığı yapan Orgeneral İlker Başbuğ, 1977 yılında Kara Harp Akademisi’nden mezun olmuş, ardından kurmay subay olarak; Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı’nda Karargâh Subaylığı, Kara Harp Akademisi Öğretim Üyeliği, Belçika/Brüksel’de NATO Uluslararası Askeri Karargâhında Cari İstihbarat Plan Subaylığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Prensipler Başkanlığı Savunma Araştırma Şube Müdürlüğü ve 51 nci Piyade Tümeni 247. Piyade Alay Komutanlığı görevlerini yürütmüştür. İngiltere Kraliyet Harp Akademisi ve NATO Savunma Kolejini de bitiren Orgeneral İlker Başbuğ, 1988 yılında tuğgeneralliğe terfi ederek bu rütbede; Belçika/Mons’da Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhında (SHAPE) Lojistik ve Enf. Daire Başkanlığı, 1. Zırhlı Tugay Komutanlığı görevlerinde bulunmuş ve 1995 yılında tümgeneralliğe terfi etmiştir. Tümgeneral rütbesi ile; 1995-1996 yılları arasında Jandarma Asayiş Komutan Yardımcılığı ve daha sonra da Belçika/Mons’da Milli Askeri Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı görevlerini yürütmüştür. 1997 yılında korgeneralliğe terfi ederek sırasıyla; 2. Kolordu Komutanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Başyardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. 2002 yılında orgeneralliğe terfi eden İlker Başbuğ 2002-2003 yıllarında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı, 2003-2005 yılları arasında Genelkurmay İkinci Başkanlığı, 2005-2006 yıllarında Birinci Ordu Komutanlığı görevlerini müteakip 2006 yılı atamaları ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmıştır. Orgeneral İlker Başbuğ, 4 Ağustos 2008′de açıklanan 2008 yılı Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı görevine atanmıştır.Başbuğ, TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası, TSK Üstün Hizmet Madalyası sahibidir.Bayan Sevil Başbuğ ile evli olan Orgeneral İlker Başbuğ 2 çocuk babasıdır.

Görevi gereği yurt içi ve yurt dışı askeri görevler alan, PKK terörüne karşı askeri operasyonları yöneten, eğitim ortamında bu ülke için canını vermesi istenen asker ile son parça ekmeği ve kurşunu bölüşmesi istenen bir düşüncenin, geleneğin içinden gelen bir kimsedir. Ancak Sayın İlker Başbuğ’un hayatında önemli bir gösterge olan o’nun 2006 yılında “BÜYÜKDOĞU KULÜP” üyeliğine kabul edilmesidir. İsterseniz O’nun BÜYÜK KULÜP üyeliğine kabulü ile ilgili belgede yazılanları görelim:
Sayın Başbuğ’u üyeliğe kabul eden BÜYÜK KULÜP’ün logosunun altında “1882 Cercle d’Orient” açıklaması vardır. Türkçesi “Doğu çevresi” veya “ Şark çemberi” anlamlarına da gelir. Circle d’Orient Fransızca bir terim olmasına rağmen onun 1882 yılında kuruculuğunu İngiltere’nin İstanbul Elçisi Sandison yapmıştır. İngiltere Kraliyet ailesinin Osmanlı ülkesindeki en yetkili temsilcisidir Sandison. İngiltere’nin siyasi misyon şefidir. Circle d’Orient’in kuruluş yeri Beyoğlu/Pera semti olduğu için başlangıçla “Cercle d’Pera” olarak da isimlendirilmiş, kuruluşundan kısa süre sonra 1884 yılında Circle d’Orient adını almıştır. İngiltere’nin İstanbul’daki Elçilik binası da Pera’dadır. Elçilik binasından haliç, Fatih Camisi çok iyi görünür. Demir parmaklıklar arkasında taş duvarları çatısı ve görünüşü ile İngiltere’nin haşmetini yansıtır. İngiliz Elçisi, 1880’li yıllarda İstanbul’da neden amaç birliği edeceği şahısların/yöneticilerin uğrak yeri olan Circle D’Orient adı altında bir kuruluşa öncülük etsin. Elçinin başkanlığında kurulan Circle D’Orient’e kısa sürede Osmanlı Hükümetinin Sadrazamı, Vezirleri, Bakanları dahil pek çok üst düzey yönetici üye olmuştur. İngiltere elçisi ile aynı masada buluşan yemekler yiyen, kahve içen, müzik dinleyen, şen kahkahalar atanların bilinç altlarında çok önemli bir istekleri vardı: Makam ve mevkilerini özetli çıkarlarını korumak. İngiltere’nin referansı ile Batılı bankalardan kredi almak, isyanları bastırmak, savaş çıkarmak. Özellikle de Elçinin gözlerine bakarak “Onay almak” çıkarları korumaktı.

İlker Başbuğ Kudüs Ağlama Duvarında
Cercle d’Orient’in kurulduğu çalışmalarına başladığı tarihi bina da Osmanlı yönetiminde etkisi olan Ermeni asıllı Abraham Paşa’ya ait idi. Ve Beyoğlunda tarihi ana caddenin kıyısında bulunuyordu. Abraham Paşa, sarraflık mesleğinden çok para kazanmış, kumar ve kadın merakı yüzünden servetini hızla tüketmiş hatta iflas etmişti. Ama İstanbul’da Cercle d’Orient’in hizmet binasını kiraya vermekten mutluluk duymuştu.
Beyoğlundaki Abraham Paşa’nın tarihi binasında aynı zamanda Osmanlı Masonlar Kulübü’de hizmetlerini sürdürüyordu. Osmanlı Mason locasının da adı “Grand Orient” (Büyük Doğu) locası idi. Özetle 19.yy ortalarında İstanbul pera’da kurulan Mason Circle d’Orient binasının bulunduğu Abraham Paşa bina haritası localarının en büyük destekçisi İngiliz elçiliği ile birlikte yine Pera’da hizmet veren ABD elçileri, Fransız, İtalyan diplomatik misyonu ve onlarla işbirliği yapan kökenleri batılı ve hristiyan olan ama kendilerine “Levanten” denilen insanlardı. Abraham Paşa’nın Büyük Doğu mason locası ile Cercle d’Orient’in tarihi hizmet binası apartmanında Cercle d’Orient ile “Grand Orient Masonlar locasının” birlikte çalışması tesadüfi olabilir mi! Cercle d’Orient’in adı içinde sadece “Masonlar” kelimesi yoktu. Ama kurucuları Masonlar idi.
Sonraki yıllarda 1909 yılında “Grand Orient Mason Locası” Talat Paşa başkanlığında Hür ve Grand Orient (Büyükdoğu) Mason locası diploması Bağımsız Masonlar Locası olarak isim aldı. Talat Paşa aynı zamanda “Circle d’Orient”in de üyesi idi.
1930’lu yılların başlarında Circle d’Orient’in adını değiştirme konusu gündeme geldi. Toplantı tutanakları Türkçe ve Fransızca olarak yazıldı. Ve 1936 yılında “Büyük Kulüp” adını aldı. 1960’lı yıllardan sonra ise Mason locaları ile Büyük Kulüp’ün gelişi serpilmesi gerekiyordu. Büyük Mason locası Kadıköy’e taşındı. Büyük Kulüp te Kadıköy Çifte Havuzlar semtine Talat Paşa, 33 derece Mason üstat yerleşti. Deniz kıyısında plajı, hemen yanı başın da koruluk olarak da korunan yeşil park alanı ile Mason DUL KADIN HEYKELİ kARÖKÖY “Doğa cenneti” olarak tasarlandı. Havuzda yıkanarak serinleyenler, güneşin batımını izlerken şarkı söyleyenler, balolarda göğüs dekolte genç ve güzel bayanlar ile yanak yanağa dans edenler, resim sergisinde viskisini yudumlayarak entelektüel pozlar verenler…Her iki laflarının arasına “Cumhuriyet, Atatürk, Laiklik” kelimesini sokuşturanlar… Özetle tebessüm ederek mutluluk görüntülerini fotoğraf karelerine yansıtanlar aynı ortamda buluşuyor. Büyük Kulüp’ün üye sayısı Mason üstat Hiram Usta heykeli, Ziraat Bankası/Karaköy 6000’i buldu. Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi olan siyasetçiler, iş çevreleri ve sanatçıların buluştuğu yer olmuştu. Düğün törenlere yapanlar, stres atanlar, İngiliz elçisi ile buluşanlar özellikle Büyük Kulüp’ü tercih Karaköy’ün görüntüsü , Osmanlı dönemi ediyordu. Kulüb’ün yönetim kurulu geleneklerine sımsıkı bağlılığı ile tanınıyordu. Üye kabullerinde kişinin ekonomik durumu ve sicili araştırılıyordu. Ve genelde üyelerinin bir kısmı da önde gelen masonlar idi.
Sayın İlker BAŞBUĞ! Kişisel tercih hakkını kullanarak Büyük Kulüp üyeliğine başvuru ve kabul haklarını elde ettiniz. İstanbul’a geldiğinizde Devletin imkanları ile kurduğu Orduevlerinin imkanları sizler için yeterli gelmemiş olabilir. Ne de olsa iş ve basın çevreleri ile buluşmanız, İngiltere ve ABD siyasi ve diplomatik misyon şefleri ile aynı masada kahve içmeniz…”Yalancı cennet” olarak tasarlanan kulüp ortamında lüks hayat sürmeniz sizin tercihinizdir. Diğer yandan yıllardan beri Türkiyeyi tehdit eden PKK terörüne karşı operasyon bölgelerinde asker kıyafetleri ile dolaşıp halka, askerlere moral vermeniz de haber metinlerine fotoğraf karelerine yansımış olabilir. Ama yine Türkiye’de bitmeyen bir terör ortamının da varlığını bilen herkes gibi bu hususta yüreği yananlar da şehit aileleri olsa gerek. Görev gezisi dolayısı ile İsrail’e kadar gidip, Yahudilerin Ağlama duvarına ellerinizi koyarak duygulanmanız ve dua etmeniz ile ilgibi fotoğraflar basında yer aldı. En azından bu konuda kamuoyuna açıklamalar yapmanız gerekirdi. Dualaranız inancınızın gereği olabilir. . Bir başka günde şehit cenazesinde namaz kılarak elinizi Yaradana açmanız da mümkün olabilir. AÇIK KONUŞALIM! Ordular kumandanı ve “General” rütbesinde bir yetkili olarak üyesi olduğunuz BÜYÜK KULÜB’ün kuruluş kökenleri ve 135 yıla dayanan tarihi göz önüne alınarak adı geçen kuruluşun Osmanlı ülkesinde mason localarının da kurucuları arasında bulunan İngiltere elçilik misyonu tarafından kurulduğunu bilmez misiniz! BÜYÜK KULÜP veya “Cercle d’Orient”e üye olurken bağlı olduğunuz Genelkurmay’dan izin aldınız mı! Benzer şekilde bir ordu mensubu subayın herhangi bir kulüp dernek veya kuruluşa üye olmasına izin verir misiniz! Türk askerleri vatanları ve inandıkları değerler uğruna “Allah Allah” sesleri ile düşmana karşı hayatını ortaya koyarak mücadele verirken geride kendisine emir veren yöneten bir kumandanının “yalancı cennetlerde keyif çatması” olayını bildiğinde ne düşünürdü acaba! Özetle: BÜYÜK KULÜP üye kartını iptal ve yırtıp çöpe atacak kadar cesur musunuz!
(Cezmi YURTSEVER)
Ergenekon’un kilit isimlerinden Tuncay Güney
Tür: DERİN HABER

Tuncay Güney’i yakından tanıyan isimlerden Gazeteci Tutkun Akbaş, Güney’le ilgili şu bilgileri veriyor: “1993 yılında Samanyolu TV’de bir haber program yapıyordum. Tuncay’ı da o zaman tanıdım. O da başka bir haber programında yapımcı yardımcısı pozisyonunda çalışıyordu. Koridorlarda yürüdüğü zaman ‘İsa Mesih sizi kutsasın’ derdi. Yaşam tarzı, giyinme tarzı sıradışıydı. Samanyolu TV’nin kalıplarına uymuyordu. O dönem çok derin ilişkilerinden söz ediyordu. Bunlardan bir tanesi bugün adını duyduğumuz Ergenekon’du. Daha o tarihlerde Veli Küçük’le görüşmelerden bahsederdi. Aldığı bilgilerden bahsederdi. Sık sık Samanyolu TV’de de bazı isimleri ona tanıştırmaya götürürdü. Veli Küçük’ün yanına sık sık gidip geldiğini biliyorum.”
Akbaş, Tuncay Güney’in, 2001 yılında önemli bir dolandırıcılık suçundan gözaltına alındığını belirtiyor: “Tuncay önce işlediği suçtan dolayı gözaltına alındı. Sorgulanmasının ardından serbest bırakıldı. Tuncay’ın Türkiyeden çıkışında bir takım şeyler net değil. Karanlık gibi duruyor.”
Serbest bırakıldıktan sonra ABD’ye giden Tuncay Güney, 2004 yılında törenle Yahudi olur ve ardından da Haham yardımcısı. Şimdi Ergenekon sanığı olan Güney, Çevresine asla Türkiye’ye dönmeyeceğini söylüyor. Yaşamını Kanada’da sürdüren Güney, PKK’nın Ergenekon ilişkisinden, Sabancı suikastine kadar bir çok konuda görüş belirtiyor.
Akbaş “Son söylediklerine bakarken Tuncay’ın son 4-5 yıldır Kanada ve ABD macerasını mercek altına almakta fayda var. İlişkileri, çalışmaları, yaptıkları. Neden hamam olarak kendisini lanse ettiği bunlar araştırılması gereken unsurlar” diyor.
Tuncay Güney’in gizli sırları
Güney’in, Veli Küçük’ün K.Irak’a silah götürürken yanımızdaydı dediği Ayşe Önal, Güney’e dair bilinmeyenleri anlattı!
Tuncay Güney’in ifadelerinde “K.Irak’a silah götürürken yanımızdaydı” dediği gazeteci Ayşe Önal, Güney’in doğrulara senaryo kattığını söyledi. Önal, Küçük’ün ise kendisini 19 arkadaşıyla işten attırdığını ifade etti.
Tuncay Güney’in ifadelerinde söz ettiği ve “Kuzey Irak’a silah götürürken yanımızdaydı” dediği Ayşe Önal, Güney için şunları anlattı: “Tuncay’la Samanyolu Televizyonu’nda ana haber spikeri olduğu 1994′ün Nisan ayında tanıştık. Başörtüsü konularında sıcak mesajlar verdiğim için sıcak davranıyorlardı. Hatta bir seferinde, Cengiz Çandar ve Nur Vergin’lerle birlikte bir iftara gittik. Bizi Fethullah Gülen’le tanıştırdı. Sanıyorum 22 yaşlarındaydı. Bu kadar genç ve deneyimsiz olmasına rağmen böylesine güçlü olması beni çok şaşırtmıştı”
“Tuncay doğruları, içine inanılmaz senaryolar ekleyerek anlatıyor. Bunu neden yapıyor anlayamıyorum. Zavallı görünmesine rağmen güçlü olması bana tuhaf gelmişti. Samanyolu’nun en güçlü adamıydı. ‘Ayşe abla sen beni küçümsüyorsun ama ben çok iyiyim’ diyordu. Birileri bununla silah kaçırıyorsa Tuncay’ı kutluyorum. Silah kaçırmışım, ‘Cantürk’ü öldürmeyin’ demişim. Çağırsınlar beni, Tuncay’ı alsınlar karşıma, konuştursunlar.”
1994 Mayıs sonunda, Ercan Arıklı tarafından, Nokta’dan Sabah Grubu’nun çıkaracağı Ateş dergisini hazırlamak için 20 kişilik ekiple transfer edildiklerini anlatan Önal, “Derginin hazırlıklarını yapıyorduk. Editör arkadaşlarımdan biriyle Sapanca’ya gidiyorduk. Güney beni aradı ve Kocaeli’ye gittiğini belirterek, ‘Birlikte gidelim’ dedi. Ben ‘Ne kadar kalbin temiz Tuncay, biz de Adapazarı’na gidiyorduk’ dedim. Arabamla gidiyorduk. Öğle vakti, İzmit’te bir yere uğrayacağını söyledi. Jandarma kışlasının önünde durduk. 15 dakika sonra Tuncay geri geldi ve ‘Abla Paşa seninle tanışmak istiyor’ dedi. İçeri girdik. Tuncay, ‘Paşam size Ayşe Önal’ı getirdim’ dedi. O zaman Küçük’ü hiç kimse tanımıyor. İçeride on dakika kadar oturduk. Küçük başladı, ‘Şu, bu Ermenidir, hem bizim bir istihbarat örgütümüz var’ diyerek, insanların aleyhinde atıp tutmaya. Benim en iyi arkadaşlarım Ermeniler, adını verdiğiniz kişilere anlatacağım, hakkınızda dava açacağım’ dedim. Sinirlenerek oradan ayrıldık” dedi.
Daha sonra bu olayı anlattıkları Ercan Arıklı’nın kendisine, ‘Bu diyalogları yaz’ dediğini ve Ateş Dergisi’nin 2 Temmuz 2004′da çıkan ilk sayısının Editör köşesinde kaleme aldığını anlatan Önal, bunun üzerine işten atıldıklarını anlattı: ‘3 Haziran 1994′te dergi dağıtıldı. Güzel bir dergi olmuştu. Gece Ercan Arıklı beni çağırdı, ekipten bazı arkadaşları toplayıp gittim. Ercan Bey ağlamak üzereydi, çok üzgündü. ‘Malesef seni ve arkadaşlarını kovmak zorundayım. Dinç Bilgin de Zafer Mutlu da çok üzgün’ dedi. 20 kişiyi o gece kapının önüne koydular. İlk kez Küçük ve JİTEM adlarını zikreden gazeteciyim ben. Bu kadar insanın bundan zarar göreceğini bilsem, bunu yapar mıyım. Arkadaşlarımın çoğu işsiz kaldı.’

Tuncay Güney ve Bülent Ecevit
Güney’in, “Ünal Erkan’la sınır geçişini ayarladı. Ergenekon Irak’ta PKK’ya silah götürürken yanımızdaydı. Konteynerlerde silah olduğunu öğrenince tartışıp geri döndü” iddiası için Önal şunları söyledi: “Ben belki 200 kez K.Irak’a gittim. Talabani ile röportaj için gidiyorduk. Kuyruklarda beklememek için Erkan yardımcı oluyordu. Silopi’de Güney’e rastladık, kötü bir arabası vardı. ‘Abla ben de geliyorum’ dedi. Ayrı arabalarda gittik. Ben silah milah görmedim. Selahattin’e gittik, Tuncay bizi yaşlı bir Türkmenin evine götürdü. Adam bize güzel sofra hazırladı. Tuncay’la Irak’taki irtibatımız bundan ibaret.”
(Yenişafak, 2008)
Meşrutiyet ile Ergenekon arasındaki Masonik hat
Tür: DERİN HABER
Son yıllarda okuduğum en net mesajlı yazılardan birisi Hüseyin Gülerce tarafından kaleme alındı. Gülerce 30 Temmuz 2008 tarihli “Zaman”da çıkan “Masonluk Ergenekon’un neresinde?” başlıklı yazısında sarsıcı sorularla dikkatlerimizi Ergenekon’un Masonik şifresini kırmaya yöneltiyordu.
Gerçekten de Mason locaları bu tür gizli örgütlenmelerin hep bir yerlerindedir. Gladyo’yu bitiren savcı Felice Casson’un İtalya’daki P-2 Mason locasının örgütle bağlantısını açığa çıkarışından tutun da, Ergenekon iddianamesindeki İlhan Selçuk’un İstanbul’da Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nda darbeyi planlayanlarla bir araya geldiği bilgisine kadar pek çok bağlantı, meselenin bir komplo teorisinin sınırlarını aştığını gösteriyor.
Bu kadarla da kalmıyor, Büyük Doğu Locası Paris’te bir toplantı düzenliyor, Üstad-ı Azam Jean-Michel Quillardet, başörtüsünün serbest bırakılmasına karşı çıkarak yasanın “Türk laikliğinin bünyesinde açılan tehlikeli bir gedik” olduğunu savunabiliyor ve kafamız iyice karışıyor. Bu ne öfke böyle? “Yoksa laiklik konusunda Masonlara bir güvence verilmiş de haberimiz mi yok?” diyesi geliyor insanın.
Hüseyin Gülerce ise ısrarla soruyor: “Yasak olmasına rağmen Silahlı Kuvvetler bünyesinde masonlar var mıdır? Masonluğu tespit edildiği için bünyeden çıkarılan generaller var mıdır? Milletin evlatları için, orayı ele geçiriyorlar, buraya sızıyorlar dile dünyayı ayağa kaldıranlar, masonluk konusuna gelince neden suspus oluyorlar?”
Ancak 100 yıl evveline dönersek, Meşrutiyet için ayaklananların asker ve sivil önderleri arasında hatırı sayılır miktarda Mason bulunduğunu biliyoruz. Merkezi Selanik’te bulunan Macedonia Risorta Locası ile yine Selanikli Jön Türklerin kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (adı daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuştur) arasındaki bağlantılar giderek daha net bir şekilde açığa çıkıyor. Cemiyete girecek olanların önce Mason olması, yani ‘tekris edilmesi’ gerekiyordu. Böylece 1901-1908 yıllarında 23’ü karargâhları Rumeli’de bulunan ve İkinci ve Üçüncü Orduların en üst rütbeli ‘muvazzaf’ subaylar olmak üzere tam 188 İttihatçı Masonluğa alınmıştır.
Kendisi de cemiyetten olan Ahmet Bedevi Kuran’ın verdiği bilgilere göre Masonluk İttihatçılar arasında o kadar onsuz olmaz bir hal almıştı ki, cemiyette iki türlü üye vardı. Bir kısmı Mason locasına girenlerdi ki, bunlara “li ebeveyn kardeş” (ana baba bir kardeş) deniliyordu. Mason locasına girmeyen üyelere ise “li eb” (baba bir kardeş) kardeş diye hitap ediliyordu. Öz kardeş ve üvey kardeş de diyebilirdiniz buna. Nitekim sonradan Cemiyetin bir numarası haline gelen Talat Paşa ve milletvekili yapılan Emanuel Karasso’nun Macedonia Risorta Locası’nın ilk üyeleri ve 33 derece Mason olan üstad-ı azamları yapıldığını biliyoruz.
Gerçi o mücadele günlerinde bu normal görünüyordu ama sonraları savunmaya geçen İttihatçılar “Onlar bizi değil, biz onları kullandık” diyeceklerdi. Ancak kimin kimi kullandığı çok değil, 10 yıl içinde belli olacaktı.
Peki bunlar birer spekülasyon mu?
Bakın, öyle gizli saklı belgeleri değil, açık belgeleri kullanacağım. Birincisi, ihtilalin o sıcak günlerinde Meşrutiyetin hemen ardından Adalet Bakanlığı’na getirilecek olan Macedonia Risorta Locası üyelerinden Manyasizade Refik Bey’in İngiliz gazetesi “The Morning Post”a verdiği demeç. İttihatçıların İtalyan Masonluğundan manevi destek gördüklerini doğrulayan Refik Bey, Macedonia Risorta ve Labor et Lux localarının kendilerine “büyük hizmetler verdi”ğini ve barınak sağladığını gayet soğukkanlı bir şekilde anlatmış ve şöyle devam etmiştir:
“Orada Masonlar olarak toplanıyorduk, çoğumuz da Masonduk, fakat aslında örgütlenmek için toplanıyorduk. Bunun yanı sıra yoldaşlarımızın büyük bir bölümünü, üyelerini ince eleyip sık dokuyarak seçmeleri nedeniyle Cemiyetimiz için bir elek işlevi gören bu localardan seçtik… Ayrıca bu localar, ihtiyaç halinde İtalyan Sefaretinden müdahale teminatı almış olan İtalyan Grand Orienti’ne bağlıydı.”
Demek ki neymiş? 1) İttihatçı Masonlar olarak toplanıyorlarmış; 2) Yoldaşlarının büyük bir bölümünü Masonlar arasından seçiyorlarmış; 3) Çünkü Masonlar cemiyete adam almakta ustaymış; 4) Ayrıca da Abdülhamid herhangi bir şekilde olaylara müdahale etmek isterse İtalyan Elçiliğinden güvence almışlarmış.
Kim söylüyor bunu? İttihatçıların sözüne en çok itibar ettikleri ve bu yüzden de ilk Meşrutiyet kabinesine Bakan yaptıkları zat.
İşe bakın ki, aynı Manyasizade Refik Bey, ihtilal coşkusu içinde ikinci bir demeç verir. Bu defa Paris’te çıkan “Le Temps” gazetesine verdiği demeçte şunları söyler:
“Masonluk ve İtalyan Masonluğu bize manen destek verdi… Hakikatte İtalyan locaları İttihat ve Terakki’ye yardımcı oldular, bizleri korudular, bizlere birer sığınak oldular. Çoğumuz Mason olduğumuzdan teşkilatlanmak için genelde localarda toplanırdık. Üyelerimizi de localardan seçmeye çalışırdık, çünkü locaya üye olabilmek için sıkı bir kontrolden geçilmekteydi.”
Siz düşünedurun, geçtiğimiz günlerde gazetelerden bir haberi koyuyorum masaya:
“Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, bütün bağlı kuruluşlarına II. Meşrutiyet’in 100. yıl kutlamalarının 2008 boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanması talimatı vermesi üzerine “Meşrutiyet defileleri”, kitap tanıtımları, konferanslar ve benzer etkinlikler düzenlendi.”
Meğer sadece defile değil, darbe de düzenleyeceklermiş!
(Mustafa Aramğan)
TSK’da ibadet fişlemesi
Tür: DERİN HABER
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin namaz kılan askeri personelin gizli istihbarat raporu Ergenekon sanığı Emekli Binbaşı Fikret Emek’in bilgisayarından çıktı.
TSK’nın çok gizli özellikle istihbarata dair binlerce sayfa belgesi Ergenekon davası kapsamında tutuklanan şüphelilerin ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda ortaya çıktı. Ergenekon’un tutuklu sanığı Fikret Emek’in bilgisayarından çıkan “HAF.İSTİH. RAPORU.doc” isimli Word dosyasına göre alınan duyumları değerlendiren Özel Kuvvetler Komutanlığı, kendi bünyesinde 2′nci Özel Kuvvetler Alayı, 3′üncü Tabur Komutanlığı’nda görev yapan Tankçı Üstçavuş L.S., Piyade Üstçavuş R.B. hakkında fişleme raporu tuttu.
ÖKK’da araştırmayı tabur seviyesine indirerek iki askerin peşine muhbir taktı. Takip çalışmasının devam ettiği notu düşülen İstihbarat Timi Haftalık Raporu (07-20.04.2001) tarihli fişleme belgesinde askerlerin evleri dahil, ziyaretçilerine kadar takip altına alındı.
İki personelin dini yönden aşırı derecede ibadet yaptıkları duyumu üzerine hareket eden askeri istihbarat elemanları, yapılan iki haftalık takipten sonra elde ettikleri bilgileri rapor etti. Rapor ise şöyle:
“Yapılan araştırmalara göre yukarıda isimleri yazılı iki personelin vakit namazlarını devamlı kıldıklarını, okudukları kitapların dini yönde olduğunun öğrenilmesi üzerine; söz konusu iki personelin beraber olarak kaldıkları (…) Batıkent adresinde yapılan kontrolde evin içinin sade bir görünüme sahip olduğu, televizyon, radyo/ teyp, vb. cihazların olmadığı, salonun küçük bir ibadet yeri görümüne sokulduğunu, bol miktarda seccade, tesbih, namaz takkesi ve Said Nursi’ye ait birçok kitabın olduğu görüldü…”
Söz konusu belgeler arasında TSK’ın sivil toplum kuruluşları hakkında raporundan, kozmik belgelere kadar yüzlerce belge mevcut.
(Osman Asiltürk, Bugün, 2008)
Veli Küçük fişlediği Çevik Paşa için ne yazdı?
Tür: DERİN HABER
28 Şubat’ın baş aktörü emekli Orgeneral Çevik Bir’in Ergenekon lideri suçlamasıyla tutuklanan Veli Küçük’ün fişleme dosyasına girdiği ortaya çıktı. Küçük, Pentagon’un adamı olduğunu ima ettiği Bir’in çalışmalarını, “silahsız ve yıkıcı terör” diye anlatmış.
Ergenekon terör örgütünün kurucusu ve lideri olmak suçlamasıyla tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün evinde yapılan aramada, 28 Şubat sürecinin en önemli aktörlerinden emekli Orgeneral Çevik Bir’le ilgili olarak hazırlanmış 22 sayfalık ayrıntılı bir istihbarat raporu bulundu.
‘İstanbul / 6 Nisan 2000’ notu düşülen ve ‘Örtülü Faaliyetler Bir’ adını taşıyan raporda Çevik Bir’in 1958 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ndeki öğrencilik döneminden emekli sonrasına dönemine kadar olan bağlantıları, ABD ve NATO ile ilişkileri, hedefleri ve uygulama yöntemleri, Genelkurmay Başkanı ve emekliliğinden sonra Cumhurbaşkanı olabilmek için yürüttüğü çalışmalar anlatılıyor. Bir’in çalışmaları ise ‘silahsız ve yıkıcı terör’ ifadeleriyle anlatılıyor.
Evren’in Özel Kalem Müdürü
“ABD’nin Psikolojik Savaş Alanı Türkiye ve Avrasya’da Sivil Kurmay Başkanı Çevik Bir oldu” ifadeleriyle başlayan raporda, “Amaçlanan TSK’yı stratejik bölgenin ABD polis gücüne dönüştürmek” değerlendirmesi yapılıyor. Raporun ‘Asker Bir’ bölümünde görev aldığı yerler sıralandıktan sonra, Kenan Evren’le ilişkisi şu sözlerle anlatılıyor:
“ABD yanlısı 12 Eylül askeri darbesinin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in Özel Kalem Müdürlüğü görevinde bulunan Binbaşı Çevik Bir, Evren’in en gözde subayları arasında önemli bir yer işgal etmiştir. Kenan Evren Cumhurbaşkanlığı’na geçince Başyaveri olmuştur. 1981 yılında Albaylığa terfi ettikten sonra da Evren’in yanından ayrılmadı. Askeri darbe dönemlerinin en kritik yerlerinden Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı’na atandı. Tuğgeneral olunca Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden ayrıldı.”
Pentegon doğrudan istedi
Raporda, Bir’in Erzurum’da Tugay Komutanlığı’nın ardından, 1987’de Tuğgeneral olduğu ve Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığına atadığı belirtiliyor. 1989 – 1991 yıllarında Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı yaptığı ve 1991’de ise Korgeneralliğe terfi ettiği ifade edilen Bir’in Pentagon’la (ABD Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın genel adı) irtibatı konusunda şunlar kaydediliyor:
“1993 – 1994 Şubat tarihleri arasında Somali’de Birleşmiş Milletler Komutanlığı görevine atandı. Böylece Korgeneralliği döneminde de NATO emrinde, yurt dışında görev alan ender subaylar listesinde adı yer aldı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Çevik Bir’in bu göreve, Pentagon’un doğrudan adını vermesi sayesinde seçildiğini açıkladı.”
Hiddetli konuşmaları
1995’te orgeneral olduğu ve 1998’de 1. Ordu Komutanlığı’na atanan Çevik Bir’in, 30 Ağustos 1999’da emekli edildiği bilgisi verilerek, şu ifadelere yer veriliyor: “Askerlik görevinden ayrılırken devir/teslim töreni düzenlemedi. Asker Çevik Bir, Türkiye Cumhuriyeti tarih akışı içinde: ‘Akretide Gazetecileri’ dönemini başlatması..
Bazı medya kuruluşlarını bizzat telefonla arayarak, ‘Şimdi oraya da mı iki general göndermem gerekiyor’ diye, başlayan hiddetli konuşmaları. Hoşuna gitmeyen gazeteciler hakkında dosyalar tutturmuş olması. Beğenmediği gazeteciler askeri tesislere girmesini yasaklaması. Kızdığı gazetecilerin işten kovulması için bazı işverenlere uyguladığı baskılar nedeniyle; ‘demokrasi’ ilkeleri ile barışık olmayan bir portre örneği olarak, gazeteciler, yazarlar, hukukçular, araştırmacılar ve analizcilerin her dönemde ilgisini çekeceği muhakkaktır.”
Cumhurbaşkanlığı çalımı
Raporda, Çevik Bir’in Makedonya’dan Anadolu’ya -İzmir Buca- göçen bir aileden geldiği, askeri okulu seçmesinin nedeninin de ailesinin onu bir başka okulda okutacak paraya sahip olmaması olduğu belirtiliyor. Çevik Bir’in emekli olduktan sonra Cumhurbaşkanlığı’nda adaylığını koyduğu süreç ise ‘Cumhurbaşkanlığı Çalımı” sözleriyle ifade edilerek, Avrupalı devletlerin İstihbarat Örgütleri ile ilintili dernek ve vakıflardan destek aldığı iddia ediliyor.
ADD’Yi PENTAGON KURDU
Raporda, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD), ABD tarafından kurulduğu iddia edilerek, şunlar kaydediliyor: “Kuruluşunu Yekta Güngör Özden’in gerçekleştirdiği ‘Atatürkçü Düşünce Derneği’, Pentagon tarafından Türkiye ve Avrasya Bölgesi’nde faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin merkezi olarak tasarlanmış ve kurdurulmuştur. Çevik Bir, bu merkezin başına geçme çalışmalarına başlamıştır. Böylece Türk kamuoyu çok daha kolay yanılgıya sürüklenecek, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda sivil inisiyatif içinde yer aldığını sanacak, ‘Büyük Oyun’un oyuncularına dönüştürülecektir.”
(Ali KUŞ, Bugün)
|
|
|
|