|
|
 |
Siyasi Bilgiler 7 |
Ergenekon’un Rusya bağlantıları
Tür: DERİN HABER
Ergenekoncuların Rusya’yla sıkı fıkı ilişkileri yavaş yavaş deşifre oluyor. İşte ilk bakışta görünen o bağlantıların listesi.
- En azından bizimkilerin Rusya’ya duydukları “muhabbet” çok büyük.
- Doğu Perinçek’in “defalarca” Rusya’ya gittiği biliniyor.
- Kemal Alemdaroğlu, Moskova’da üniversite çevreleriyle içli dışlı.
- Şener Eruygur ile Hurşit Tolon’un NATO’dan çıkılmasını, Rusya ve İran’la ittifak yapılmasını açıkça istedikleri sır değil.
- Jandarma İstihbarat Dairesi (yani varolmadığı ileri sürülen JİTEM) eski başkanı Levent Ersöz de Rusya’da seksen çeşit karanlık iş peşinde koştu, ortaklık, temsilcilik falan, şimdi kaçak… Nerede mi bulunuyor? Rusya’da.
- Ergenekon’un bir ayağının da “Fener patrikhanesine bağlı olmayan Türk Ortodoks Kilisesi’nde” olması sizce rastlantı mı?
(Engin Ardıç, Sabah)
PKK’nın kodlarını çözecek arşivden Devlet neden kaçıyor?
Tür: DERİN HABER
PKK arşivi Ergenekon’un elinde mi?
PKK’nın arşivi bulunduğunda her şey ortaya çıkacak ama ne hikmetse devlet arşivden kaçıyor. Ergenekon&PKK ilişkisi ile ilgili her gün yeni bilgiler ortaya çıkarken, PKK’nın kayıp arşivleri hala bulunabilmiş değil. Neden acaba?
Öcalan yakalandı, fakat arşivlerden ses seda yok. Örgütün arşivleri bulunduğunda her şey tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacak ama terörist başını yakalayan devlet, ne hikmetse terörü bitirecek olan bu arşivlere ulaşamıyor ya da ulaşmak istemiyor?
Öcalan arşivleri getireyim demişti fakat arşivleri isteyen olmadı…
28 Şubat sürecinde sıcak darbeyi deşifre eden, yine o karanlık dönemde asker(Ergenekon)&Öcalan ilişkisini tespit eden eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’na, terör örgütü PKK’nın bu kayıp arşivlerini sorduk.
PKK’nın kayıp arşivleri üzerinde çokça duruyorsunuz. Öcalan yakalandı, bu arşivler neden bulunamıyor? Arşivler ortaya çıktığında neleri öğrenebileceğiz?
PKK’nın veya illegal bir örgütün arşivini ele geçirdiğinizde örgütün nasıl kurulduğunu, örgüt elemanları ile ilgili bilgileri, örgüte destek veren devlet içindeki yandaşlarını, örgütün parasal kaynaklarını iç ve dış desteği açıkça görürsünüz.
PKK’nın arşivinin ele geçirilmesi ile bu örgütün hangi devletler tarafından hangi amaçlarla kurulduğunu görebileceğiz. Öcalan DGM’de verdiği ifadede örgütün arşivlerinin Suriye’de olduğu, istenirse bu arşivi getirtebileceğini ifade etmişti. Ancak bu güne kadar bu arşiv ile ilgili, arşivin ele geçirildiğine dair yetkililerden bir açıklama gelmedi. PKK’yı kuran ve kullanan iç ve dış güçler, ilişkilerinin ortaya çıkmaması adına bu arşivi çıkarma niyetinde değiller anlaşılan. Kanaatime göre örgütün arşivi CIA veya Ergenekon’un elinde olabilir. Arşivin PKK’da olması ihtimali çok zayıf. Aslında Türkiye PKK terörünü bitirmek istiyorsa bu arşivi bulmalıdır.
CIA O Üç Sayfayı Neden Karartarak Sansürledi…
İhanet Çemberi isimli kitabımda açıkladığım gibi PKK terör örgütü derin Pentagon tarafından kurdurulmuş bir örgüttür. Örgütün lideri bölücü başı Öcalan 1960’lı yıllarda Türkiye’de kurulmuş Ergenekon örgütünün üyesidir .
ABD’de bundan 20 yıl önce CIA tarafından hazırlanan Irak, Suriye, Türkiye ve İran’da Kürt Ayaklanmaları başlıklı rapor, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde geçmiş yıllarda kamuoyuna açıklandı. Bu raporda İran, Suriye ve Irak’ta PKK’nın kuruluşu ve gelişimi anlatılırken; Türkiye’de PKK’nın kuruluşu ve gelişimi ile ilgili üç sayfanın karartılarak sansürlenmesi, PKK’yı kuran irade hakkında gerekli ipuçlarını veriyor.
TBMM’de PKK Ve Öcalan Soruşturma Komisyonu Kurulsun…
Kuruluşundan günümüze kadar on binlerce cana mal olan, Türkiye’yi istikrarsızlık ve kaos ortamlarına sürüklemek ve ülkede bir etnik savaş çıkarma amacı güden bu örgüt ile Türkiye yüzleşmelidir. Bu da ancak TBMM’de kurulacak PKK ve Öcalan soruşturma komisyonu ile mümkün olabilecektir. Bu komisyon, örgütün arşivi ve CIA’nın karartarak kamuoyuna açıkladığı PKK’nın Türkiye’deki kuruluş ve gelişimi ile ilgili bölümleri ortaya çıkarabilirse, bu örgüt üzerinden Türkiye üzerine oynanan oyunları ortaya çıkaracak ve Güneydoğu’da alınacak sosyal ekonomik paketlerle bu sorunun çözülebilme şansı artacaktır.
Ergenekon’da PKK ile ilgili ortaya çıkan bilgiler sonucu Kürt vatandaşların bu örgüte bakışı giderek değişti. Örgütün içinde de bölünmeler oldu. PKK, yaklaşan Ergenekon davası sonucunda ağır bir darbe alacağından mı korkuyor?
PKK terör örgütünün kuruluşundan itibaren bu örgütte ajan fobi psikolojisinin ağır bastığını, bu nedenle örgütte iç infazların yapıldığı konusunda zaman zaman medyada haberler yer aldı. Öcalan’ın kendisi bile yazdığı kitaplarda yakınından hiç ayrılmayan Pilot Necati kod adlı şahsın, MİT tarafından kendisini kontrol amacıyla görevlendirildiğini, PKK terör örgütünü devlete kurdurduğunu ancak 12 Eylül öncesi Suriye’ye geçerek MİT ile bağlarını koparacağını açıkça ifade ediyordu. PKK terör örgütü 12 Eylül öncesi Pilot Necati’nin parasal desteği ile kuruldu. 12 Eylül öncesi Öcalan ve yaklaşık 60 adamı Suriye’ye kaçırıldı. Lübnan’da CIA’nin kontrolündeki Filistin kamplarına örgüt elemanları ile birlikte yerleştirildi.
PKK’nın kuruluşunu finanse eden Pilot Necati’nin Mahir Çayan’ı da finanse ettiği 12 Mart’ın ünlü savcısı Baki Tuğ tarafından açıklandı. Üstelik bu şahsın asıl isminin İlyas Aydın olduğu ve halen İsrail merkezli bir ofiste çalışmalarına devam ettiği de belirtildi.
PKK ve Ergenekon ilişkisi ile ilgili olarak iki gizli tanığın Ergenekon davasında ifade verdiği düşünülürse, mahkeme sürecinde bu karanlık ilişkilerin arka perdesinin ortaya çıkma ihtimali yüksek. Ergenekon örgütünün, Türk-Kürt çatışması yaratmak amacıyla PKK terör örgütünü Türkiye ve Ortadoğu’da kullanması iddiaları örgüt içinde kırılmalar yaratmış örgütten kaçış sürecini de hızlandırmıştır.
Avukatları aracılığıyla Ergenekon’la ilgili savcı Öz’e konuşmak istediğini duyuran Öcalan, Tansu Çiller’in öldürülmesi için kendisine teklif yapıldığını söyledi…
Muhakkak ki bu örgütün geçmişi, kuruluşu çok karanlık bunu söyleyebiliriz. Çiller’le ilgili şöyle diye biliriz; savcılar bunu dinlesin, dinlemesin bir şey diyemeyiz. Zaten savcılar, şu anda Türkiye’nin geçmiş tarihindeki PKK dahil olmak üzere, bu örgütün kullandığı naylon örgütleri en iyi bilen insanlar. Yaptıkları soruşturma nedeniyle. Ama bir gerçeklik payı veyahutta bu operasyonu daha ileriye götürme gibi, yani bu PKK ile Ergenekon arasındaki ilişkiyi daha ileriye götürme veya başka örgütlerle Ergenekon arasındaki ilişkileri ileriye götürme gibi bir şey varsa zaten savcılar bunu dinler. Ama burada dezenformasyon yapılacaksa, bu açıklamanın arkasında başka bir şey varsa, olayı saptırma veya değişik bir takım Ergenekon’la ilgili bir dezenformasyon varsa dinlemez. Burada diyeceğim bir şey yok. Savcılara bunu dinle veya dinleme dememiz yanlış olur. Çünkü en iyi şu anda bu soruşturmaları Ergenekon savcıları yapıyor.
Ergenekon’un İsim Babası Pentagon’dur
Ergenekon’la ilgili neler söyleyebiliriz?
Öncelikle Ergenekon’un ne tür bir illegal yapılanma olduğunu, kimlere hangi amaç için hizmet ettiğini anlamamız lazım. İtalya’da 90’lı yıllarda yapılan Temiz Eller Operasyonu’nda ‘ Özel Savaş Örgütü ‘ Gladio yapılanması ortaya çıkarılmıştı. İtalya’da ortaya çıkarılan Gladio tipi örgütlenmelerin NATO’ya bağlı 16 ülkede de değişik isimler altında, NATO’nun gizli ve gölge orduları olarak ABD ve İngiltere’nin gözetiminde kurulduğu anlaşılmıştır. NATO’nun gizli ve gölge ordularının görünürde hedeflerinin komünizm tehlikesini bertaraf etmek gibi gözükse de bu durumun bir maskeleme olduğu; asıl amaçlarının ABD ve koalisyon güçlerinin menfaatleri ve çıkarlarını korumak olduğu ve dünya konjonktürüne bağlı olarak gerekirse NATO üyesi ülkeleri dahi hedef alınabildiği bugün ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ne gariptir ki bu gizli ve gölge orduların görünür hedefi komünizm olduğu halde Varşova Paktı ülkeleri yerine, NATO’ya bağlı ülkelerde bu faaliyetleri sürdürmekte, hedef alınan NATO ülkelerin iç istikrar ve huzurunun bozulması adına faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Türkiye’deki Ergenekon ulusalcı, Türkçü bir yapıdan oluşuyor…
Türkiye’de Ergenekon terör örgütü ile ilgili yapılan operasyonlarda, bu operasyona Ergenekon isminin operasyonu yürüten polis veya savcılar tarafından konulup konulmadığı hususunda tartışmalar ve eleştiriler var. MHP Milletvekili Tuğrul Türkeş de bu konuyu bir soru önergesi ile TBMM’ye taşıdı. Toplumun birçok kesiminde de Ergenekon’un Türk milletinin geçmişinde önemli ve milli bir destana konu olması ve bu ismin bir terör örgütüne verilerek yıpratılması, terör ile eşdeğer hale getirilmesi kaygısı çeşitli platformlarda ortaya kondu.
İtalya’da yapılan Temiz Eller Operasyonu ile ortaya çıkarılan Gladio tipi yapılanmaların, NATO ülkesi olan Türkiye’de de 1960 ihtilalinin hemen akabinde kurulduğu anlaşıldı. NATO’nun gizli ve gölge ordularının, Avrupa Müttefik Kuvvetler Baş Karargahı’nın, Gizli Koordinasyon Komitesi’nin şemsiyesi altında illegal faaliyetlerini sürdürdüğü; hedef ülkelerde illegal faaliyetlerinin ortaya çıkması durumunda kendilerini koruyacak bazı stratejileri de titizlikle uyguladığı artık biliniyor.
NATO üyesi ülkelerde kurulan bu gizli ve gölge ordular, kurulduğu ülkelerde o ülkelerin milli isimlerini aldılar. Örneğin Fransa’daki ismi Rüzgar Gülü’ydü, Almanya’da Anti Komünist Saldırı Birliği, İsviçre’de Gizli Müdafaa Örgüt, Hollanda’da Operasyon ve Keşif Örgütü, Yunanistan’da Şheepskin, Türkiye’de Ergenekon, İtalya’da Gladio.
İtalyan Yetkili Türkiye’de Üst Düzey Bir Görevliye Ergenekon’u Fısıldadı…
Türkiye’deki NATO’nun gizli ve gölge ordularının oluşturduğu illegal yapılanmaya Ergenekon ismi verilmesi, NATO’nun Gizli Koordinasyon Komitesi’nin şemsiyesi altında illegal faaliyetlerini sürdüren ABD ve İngiliz derin devletlerinin ve bunlarla irtibatlı Türkiye derin devletinin müşterek kararı ile olmuştur. Bu durum bir strateji olarak benimsenmiş, bu yapıların illegal faaliyetlerinin ortaya çıkması durumunda yıpranan asla NATO veya gizli ve gölge orduları olmamış; bu gizli ve gölge orduların faaliyet gösterdiği ülkelerde, NATO ile yapılan anlaşmalar kullanılarak yıpranan ülkelerin sızılan kurumları olmuştur.
NATO’nun Türkiye’deki gizli ve gölge ordusunun adının ERGENEKON olduğu konusunda, İtalya’da yapılan Gladio operasyonlarında bir İtalyan devlet yetkilisi ,Türkiye’de üst düzey bir görevlinin kulağına Türkiye yapılanmasının adını fısıldamıştı.
İşkenceci Paşa: Ergenekon Herkesin Üstünde Bir Örgüttür…
Ziverbey Köşkü’nün işkenceci paşası olarak anılan Memduh Ünlütürk de Erol Mütercimlere “Bu örgütün adı ERGENEKON’dur. Ben de üyeyim, içinde yer aldım. Genelkurmay’ın da hükümetlerin de bürokrasinin de herkesin üstünde bir örgüttür. Yasa ile filan kurulmuş bir örgüt değildir. 27 Mayıs darbesinden sonra CIA, Pentagon tarafından kurdurulmuştur. Bunun içinde bulunan insanlar, vatana ihanet olsun diye hizmet etmezler. Biz vatanı kurtarıyoruz düşüncesiyle bu örgütün içinde yer alırlar. Özellikle ABD’de kontrgerilla eğitimi görmüş olan özel eğitimden geçen generallerin bir bölümü yeri geldiğinde bu kontgerilla içinde yer alırlar. Bunun içinde subaylar, gazeteciler,emniyetçiler, profesörler, yargıçlar, siyasiler, sıradan insanlar var . Bugün çeteler dediğimiz küçük birimler var ya, işte bu birimler Ergenekon içinde birer bölüm, birer parça” demiştir.
Görüldüğü gibi Ergenekon yapılanmasının isim babası Pentagon’dur. Ergenekon yapılanması hedef aldığı ülkelerde Gerilim stratejilerini de başarı ile uygulamıştır. Hedef alınan ülkelerde sağ ve sol unsurlar birbirlerine karşı kışkırtılarak aynı merkezden desteklenerek kullanılmış ve şiddet ortamlarının yaratılması suretiyle toplumda bezginlik, yılgınlık yaratarak devlete olan güvenin sarsılmasına çalışılmıştır. Türkiye’yi kan gölüne çeviren ve 1980 ihtilaline götüren süreçte, ülkedeki kaos ve istikrarsızlığın baş mimarı da Ergenekon’dur.
Dr. Ganser: Yalnızca Türkiye’deki Sis Perdesini Kaldıramadım
Aslında şu yeni Ergenekon 60’lardaki Ergenekon’dan tamamen farklı deniliyor…
Ergenekon terör örgütünün, devletin yeniden yapılanması için bir master planı uygulamak amacıyla; paramiliter örgütler şeklinde, ordu içinde oluşmuş illegal gizli bir çeteleşme şeklinde yapılandığı anlaşılmaktadır. Örgüt yapılanmasında yer alan kişilerin,Türkiye’deki mevcut rejimin gerçek hamisi olduklarına yürekten inandıkları; iç düşmanları pasifize etmek, hatta ortadan kaldırmak için her yolu mübah gördükleri,Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya çalışanlara karşı savaştıklarına inandıkları, bu amaçla suikastları kaçınılmaz gördükleri anlaşılmaktadır. Bu illegal yapılanmada medyayı ve STK’ları kullanmanın önemi vurgulanarak naylon terör örgütler ve naylon şirketler kurulmasının, ayrıca devlete bağlı taşeron mafya yapılanmalarının da örgütün içine alındığı anlaşılmaktadır.
Ergenekon’un Gücünü Besleyen İki Önemli Ayak…
ABD güdümlü Ergenekon ile Maocu,Türkçü, Milliyetçi, ve Ulusalcı ideolojilerin oluşturduğu iddia edilen yeni Ergenekon terör örgütü yapılanması eski Ergenekon’un bir devamı mıdır? ABD güdümlü Ergenekon’a karşı bir yapılanma mıdır?
Ergenekon terör örgütü devleti ele geçirmek amacıyla devletin çeşitli kurumlarına sızmaya çalışan illegal bir yapılanmadır. Bu illegal yapılanmanın gücünü besleyen iki önemli ayağı vardır: Birincisi T.C’nin çeşitli kurumlarına sızmış ancak deşifre edilememiş, devletin yetkilerini bu örgüt lehine kullanan alt ve üst düzey yöneticiler. İkincisi ise örgütsel propagandalarına alet ettikleri milli argümanlar vatan, bayrak, millet gibi, Türk milletinin milli değerlerini savunduklarına dair psikolojik harekatlara kanan bazı toplum kesiminin, bu örgütle organik bir bağı olmamasına rağmen örgüte sağladıkları destek. Örgüt bu iki avantajını da kullanarak emperyalist güçlerle mücadele ettiğini Türkiye’nin ikinci bir Kurtuluş Savaşı süreci yaşadığını ortaya atarak ve bu iddiayı da çeşitli platformlarda dile getirerek, ülke içinde yarattıkları istikrarsızlık ve kaos politikalarına meşruiyet yaratma çabası içindedir.
Ancak kanımca Ergenekon terör örgütü 1960’lı yıllarda Türkiye’de kurulan Ergenekon örgütünün devamı niteliğindedir. 1960’lı yıllarda kurulan Ergenekon’un üst düzey yöneticilerinin kimler olduğu ve bu örgütün tasfiye edilip edilmediği konusunda yetkililerce yapılan resmi bir açıklama yoktur. Üstelik Pentagon’un iradesi ile kurulan bu illegal yapılanmaya karşı Türkiye’de çeşitli kurumlarda yeni ve daha milli yapıların kurulmasını isteyen kişilerin de çıkabileceği hesap edilerek bu kişilerin de kontrol altına alınması konusunda çalışmalar yapılabileceği asla göz ardı edilmemelidir. Esasen İtalya’da yapılan Gladio operasyonundan sonra birçok NATO ülkesi bu tür yapıların kendi ülkelerinde de var olduğunu itiraf ederek bu yapıları gizlice ortadan kaldırdılar veya operasyonlar yaparak bu yapıların faaliyetlerine son verdiklerini açıkladılar.
Türkiye’yi idare eden karar verici mekanizmaların, bu güne kadar böyle bir örgütlenmenin varlığı ile ilgili bir açıklama yapmamaları, Ergenekon terör örgütünün kullandığı mafyatik ilişkilerdeki bazı şahıslarla irtibatlarını devam ettirmeleri, NATO’nun gizli ve gölge ordularını araştıran Dr Ganser’in 18 ülke ile ilgili yaptığı araştırmada yalnızca Türkiye ile ilgili sis perdesini kaldıramadığını açıklaması, Ergenekon terör örgütünün 60’lı yıllarda kurulan Ergenekon’un devamı ve tasfiyesi arzu edilen bir parçası olduğu tarafımdan düşünülmektedir.
Amerika’ya Karşı Gözüküyorlar Ama…
Bu insanlar tabi evet milli olalım dediler ama baktığınız zaman hiç milli olamadılar. Mesela dediler ki biz Amerika’yla Amerikan gizli servisleriyle irtibat kurmayız veya İngiltere gizli servisleriyle irtibat kurmayız ama bir yerde Alman gizli servisiyle irtibat kurdular.
Yani bunlar Amerika’ya karşı koyarken Alman istihbaratı ile yakınlaşıp tekrar bunların kontrolü altına girdiler. Bu yeni Ergenekon yapılanması içerisinde bulunanlar Amerika’ya karşılar, öyle gözüküyorlar falan ama bu örgütlenmenin içerisinde yer alan insanlara baktığınız zaman bunların çoğunun yabancı ülkelerle irtibatlı olduğunu görüyorsunuz. Şimdi bir ceza almadılar ama şu bir gerçek, bunların içerisinde mesela birisinin İngiltere’ye yakın olduğu…
Doğu Perinçek yani…
Yani şimdi isim vermeyeyim.
Kitapta yazdınız…
Evet kitapta yazdım da o zaman bunlar yargılanmıyordu. O zaman cezaevinde değildi, dışarıdaydı. Mertçe savaşmayı seven bir insanım. Çünkü cezaevindeyken bana çok aksilik yapmak istediler. Cezaevinden cevap veremiyorsunuz, bir şey yapamıyorsunuz. Gerçi Perinçek öyle değil de Perinçek’in bir sürü ekibi dışarıda. Şimdi bir kısmı gitti Pentagon’un özel savaş eğitmenliğinin verildiği yerlerde eğitim aldılar.
Türkiye’ye ayrı bir önem atfedildi. Bütün dünyada Gladio tipi yapılanmalar İtalya’dan sonra bitirildi. Ama lafta bitirildi… Her ülke açıkça dedi ki tamam bizde böyle bir yapılanma kuruldu ama biz bunları bitirdik dedi. Kimisi İtalya gibi operasyonlar yaparak bitirdi. Türkiye ve Almanya haricinde bütün ülkeler bunu kabul etti. Almanya ve Türkiye böyle bir örgütlenmeyi kabul etmedi.
Farklı Görüşteki Örgütleri Kullanan Derin Yapı…
Türkiye’de daha farklı karmaşık bir yapı zaten ortaya çıktı ve netice itibariyle Türkiye’de bakın esas Gladio yapılanması milliyetçi kesimi açık bir strateji olarak örgütledi. Ama gizli olarak… Ayrılıkçı Kürt unsurları, aşırı solu ve muhafazakar kesimleri ayrı ayrı bu yapılanmanın içerisine aldı. Yani bu Ergenekon yapılanmasının içerisine aldı. Şimdi bizim Ergenekon’la yeni Ergenekon’u ayırmamız gerekiyor. Ergenekon derken bu Gladio tipi yapılanmalar ve Türkiye’ye uzun yıllar öncesinden gelen birtakım yapılanmaların buluşmasını anlıyoruz. Ama biraz önce bahsettiğim gibi çok kısa süre içerisinde bu derin yapılar yeni Ergenekon dediğimiz yapılanmayı da kendi içerisine aldı.
Eski Gladio veya Ergenekon dediğimiz zaman bu derin devletlerin Ergenekon’u anlaşılması gerekir. Yeni Ergenekon dediğimiz zaman bakın mesela Panzehir adlı bir belge bulunduğu iddia ediliyor. Öyle söyleyelim şimdi. Çünkü daha resmi bir açıklama yok. Panzehir adlı belgede bunların esas ana Ergenekon’u taklit ettikleri veya onların izinden gittikleri çok açık bu belgede gözüküyor. Bunun Veli Küçük’ün evinde bulunduğu iddiası var. Panzehir adlı belgede ne va?; PKK’yla irtibat, PKK’nın kullanılması, aşırı solun yani DHKPC Dev-Sol gibi örgütlerin kullanılması, muhafazakârların kullanılması var. Yeni Ergenekon terör örgütüne baktığımız zaman bu eski Ergenekon’un izinden gittiği çok ciddi bir biçimde gözüküyor.
(EROL METİN, AKTİFHABER)
Derin Devletin adamı konuştu
Tür: DERİN HABER
Susurluk davasında hüküm giyen ve hakkında onlarca dava bulunan, derin devletin kilit isimleriyle bir dönem çok güçlü ilişkileri bulunan eski özel harekat polisi Ayhan Çarkın, Star TV’de yayınlanan Arena programında gazeteci Uğur Dündar’a çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Ayhan Çarkın, programda bir cinayete kurban giden Susurluk davası hükümlülerinden Oğuz Yorulmaz’ın annesinin, oğlunun kendisine ölmeden önce, “Yaklaşık 100 kişiyi öldürdüklerini” itiraf ettiği şeklindeki açıklamasını doğruladı. Çarkın terörle mücadele kapsamında öldürdükleri kişi sayısının yüzlerce olduğunu söyledi. Çarkın, program sırasında, “Ne 100′ü ne 200′ü çok daha fazla. Bu komplike bir mücadele” dedi.
PKK ERGENEKON’UN KOLU
Ergenekon’un ilişkileriyle ilgili açıklamalar yapan Çarkın, PKK’nın Ergenekon terör örgütünün bir kolu olduğunu öne sürdü. Ayhan Çarkın, ayrıca kaçırılan ve cinayete kurban gittiği öne sürülen Tarık Ümit’in de hala yaşadığını iddia etti.
DEVLET DOĞUDAKİ İNSANA YALAN SÖYLEMİŞ
Terörle mücadelede suç yüzde 50 devletindir iddiasıhnda bulunan Ayhan Çarkın, “Devlet olarak Doğu’daki insanımızı dağdaki teröristle yalnız bırakıyorsun. Sonra da kalkıp hesap soruyorsun. Olmaz. 365 gün yalnız bırakmayacaksın. Devletin görevlileri doğudaki insana yalan söylemiş.”
Siyasi emeller ya da bazılarının çıkarları doğrultusunda kullanıldıklarını söyleyen Çarkın “Kullanılmış ve bir tarafa bırakılmış gibi hissetmiyor musunuz?” sorusu üzerine, “Ben aldatılmış bir koca gibi hissediyorum kendimi.” dedi.
GENÇ ÖZEL HAREKATÇILARA KRİTİK ÖNERİ
Genç özel harekatçılara da kendi düştükleri durumla karşılaşmamaları için uyarılarda bulunan Çarkın, “Gözlerini açsınlar. En son fotoğrafı seyretsinler. İşte Genelkurmay Başkanlığı’nın, sivil unsurların beraber dik duruşunu izlesinler. Devleti savunacak zihniyetin ne kadar güçle karşıda durduğunu görsünler. Bunlar bence şu anki fotoğrafa inansınlar. Bence o bölgede kalın 15-20 yıl. Buraya gelirseniz ya ihraç olursunuz ya bir şey olursunuz. Orada evlensinler. Bekar gitsinler veya yuva kursunlar orası bizim toprağımız değil mi?”
KULLANILDIĞIMIZI O AN ANLADIM
Susurluk kazasının Ergenekon’u aydınlatan bir fener olduğunu belirten Çarkın, “Şimdi biz Susurluk kazasının Ergenekon’u aydınlatan lambasıyız. Bunda biz bedel ödedik, kimisinin canı yandı. Kimisinin bağrı yandı” dedi. Çarkın, Abdullah Çatlı’nın sonunu da Ergenekon’un hazırladığı sorusuna “Evet” dedi. Çarkın, “Devlet adına yapıyoruz” denilerek kendilerinin kullanıldığını Susurluk kazası sırasında anladığını belirterek “O zaman fark ettim. Kamyon çarptığı anda gördüm” dedi.
(http://www.aktifhaber.com)
Olaylara bir de Kürt gözüyle bakalım
Tür: DERİN HABER
Hani, “maymunun gözü açıldı” diye bir söz vardır ya. “17 şehit” verdiğimiz “Aktütün saldırısı”ndan sonra, halkımızın gözü de açılmış olmalı. Malûm, halkımız, eskiden “asker”e toz kondurmaz, askerin her yaptığını onaylar, askerin bir “hata” veya “ihmal” yapacağını kesinlikle aklına getirmez ve “musalla taşı üzerindeki tabutlar”a bakar, için için ağlar ama yine de “vatan sağolsun” der, geçerdi. Önce Dağlıca baskını, hemen ardından Aktütün baskını yaşanınca, hemen herkes, bu olayların içinde “bit yeniği” aramaya, “hata veya ihmal”leri sorgulamaya başladı. Ekranlara çıkan “sözde uzman”lar ne ki; hemen herkes uzman olup, “olayları yorumlamaya” ve dahası; “pardon, keleğe mi geldik?” diye sormaya başladı. Doğrudur, şu anda “tepkilerin odağı”ndaki isim, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Aydoğan Babaoğlu’dur. Askerlerimiz Aktütün’de “vatan için” can verirken, Org. Babaoğlu’nun Antalya Belek’te “golf” oynamaya devam etmesi ve üstelik “şehit ve gazi”lerle alay edercesine; “Ne yani, Aktütün’e ben mi gitseydim” şeklinde sorumsuzca bir lâf etmesi, “asker üzerindeki perde”nin kalkmasına vesile oldu.
SORULAR PEŞ PEŞE GELDİ
Sadece Org. Babaoğlu değil elbet. PKK’nın bu saldırısını, “Aktütün, zaten stratejik bir yerde değildi” demeye getirip, o karakolun “saldırıya açık” olduğundan hareketle; “Aktütün’ü zaten taşıyacaktık. Ama ödenek verilmediği için taşıyamadık” deyip, kendi sorumluluklarını Hükümet’in üzerine yıkmak isteyen Genelkurmay 2. Başkanı Org. Hasan Iğsız da, “eleştiri okları”na maruz kaldı.
Star’dan Hadi Özışık gibi, millet de sormaya başladı:
“Para yok ha. Sahi Paşalar, ordu evlerinde açık büfe sabah kahvaltısı kaç para? Akşam yemeği için cepten çıkan paranın miktarı nedir? Fenerbahçe Orduevi’nde bir gece sabahlamanın karşılığı kaç liradır?
Müthiş bir kahvaltının fiyatı sadece 2.5 lira olursa elbette karakol yapılmaz!
Bu kahvaltılar yedi düvel akraba ile yapılırsa elbette karakol yapılamaz!
Hangi Paşa şu anda ağzını açsa, bölgede karakol yapılması için yer yerinden oynar. Bir sene önce Melih Meriç ve arkadaşları Mehmetçik Vakfı’na dünyanın parasını topladı. O para nereye harcandı? Bir karakol parası yok muydu o kadar paranın içinde?”
ÖDENEK SIKINTISI YOK İSE!
Bunun gibi daha nice “soru”lar soruldu ve “eleştiri”ler yapıldı ki; Genelkurmay, bunlara cevap verirken “çelişki”lere düştü.
Öyle “çelişki”ler ki;
Org. Hasan Iğsız “Ödenek yok” derken, iki gün sonra “gazeteler”in karşısına geçen Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, aksini söylüyor ve “Ödenek sıkıntımız yok” açıklaması yapmak zorunda kalıyordu.
Bu, ne biçim işti ki;
Org. Hasan Iğsız’ın sözleri, Tuğgeneral Metin Gürak’a tekzip ettiriliyordu?
Hem sonra, madem “ödenek sıkıntısı yok” ise, o karakol daha önce niye taşınmadı da, “85 askerin şehit olması” beklendi?
F-16′LAR NE ZAMAN KALKTI?
Meselâ, Genelkurmay dedi ki;
“4 Ekim Cuma günü saat 13.00’te gerçekleşen PKK saldırısından, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın haberi olmamıştır! Org. Babaoğlu’nun bu saldırıdan haberi, ancak 5 Ekim Cumartesi günü akşam saatlerinde olmuştur!”
Oysa, Org. Babaoğlu diyordu ki;
“Saldırıdan ilk gün değil, daha sonra haberim oldu ama, saldırıyı öğrendiğim anda, sevk ve idareyi Ankara ile birlikte organize ettik!”
İşte bu “2 farklı açıklama”dan sonra, kafalar hepten karıştı ve halkımız, “Kim doğru söylüyor?” diye sormaya başladı!
Evet, “doğru”yu söyleyen kimdi?
Genelkurmay mı, Babaoğlu mu?
Derken, “bir çelişki daha” çıktı ortaya.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Milliyet gazetesinden Fikret Bila’ya diyor ki;
“Cumartesi günü akşam saatlerine doğru saldırı haberini alır almaz Türk Hava Kuvvetleri’nden talep edilen desteği anında sağladık.”
Org. İlker Başbuğ böyle diyor ama, “Genelkurmay’ın resmi açıklaması”nda bambaşka ifadeler var!
Meselâ deniliyor ki;
“F-16′lar anında kaldırıldı!”
Söyleyin, hangisi doğru? Millet bu açıklamalardan “hangisine” itibar etsin?
“Genelkurmay”a mı,
“Genelkurmay Başkanı”na mı?
Uçaklar ne zaman kalktı?
Cuma günü mü, Cumartesi günü mü?
“Genelkurmay doğru söylüyor” ise, yani “anında” müdahale edildi ise, “F-16′ların uçuşu”ndan sorumlu olması gereken Org. Aydoğan Babaoğlu’nun bu “uçuş”tan niye haberi olmadı?
Bir Hava Kuvvetleri Komutanı, nasıl olur da kendine bağlı jetler, sınır ötesine de geçerek PKK’lılara bomba yağdırırken bundan haberdar olmaz?
Haberdar olmuyor ve “golf oynamaya devam” ediyorsa, Genelkurmay, bunun “gereğini” niye yapmıyor?..
Yoksa, bu işlerin içinde “bizim bilmediğimiz başka işler” mi var?
Yani, “bildiğimiz gibi değil” mi?
İtiraf edeyim:
Biraz önce sıraladığım “çelişkili açıklama”lardan sonra, Vakit Yayın Kurulu’na; “Genelkurmay kaç başlı?” şeklinde bir başlık kullanmayı teklif ettim. “Çok sert” bulunup kabul edilmedi ama ben, hâlâ soruyorum:
“Genelkurmay kaç başlıdır ki; her kafadan bir ses çıkıyor ve her ses, diğerini yalanlıyor?”
PKK, KÜRTLERE HİZMET ETMİYOR!
Bunlar, bizim sorularımız, bizim yorumlarımız. Peki, bu konuda “Kürtler” ne diyor, onlar kime yükleniyor?
Öyle “tesbit ve teşhis”ler var ki; “fotoğrafın eksik parçası”nı tamamlıyor gibi!
Mesela; Irak’ın kuzeyinde bulunan Erbil kentinde yayın yapan Hewlerpost Gazetesi, PKK’nın son saldırıları ve sonrasına ilişkin gelişmeleri değerlendirerek, terör örgütü PKK’nın kime hizmet ettiğini sormuş.
Gazete, özellikle PKK’nın, Irak topraklarını, Türkiye’ye yönelik saldırılarında bir üs olarak kullanmaya, Kürtlerin kaderiyle oynamaya “asla ve asla hakkı olmadığını” yazmış.
Hewlerpost Gazetesi Editörü Rebvar Kerim Veli tarafından yazılan makalede özetle şöyle denilmiş:
“PKK’nın geçen Cuma günü gerçekleştirdiği eylem, geçen yıl düzenlediği ve tezkerenin kabul edilmesinin yolunu açan eylemlerle aynı!
PKK, geçen yıl da önce Beytülşebab’ta, daha sonra da Çukurca’da Türk ordusuna saldırmış, birçok asker öldürmüş ve bazı askerleri de esir almıştı.
Bu eylemler Kürt bölgesi için büyük sorunlara neden oldu. Söz konusu eylemler sadece PKK’yi ilgilendirse hiçbir sorun yok. Ama PKK’nin geçen yıl gerçekleştirdiği saldırılar Kürt bölgesinde yaşayan halka zorluklar ve sorunlar yaratmaktan öte bir işe yaramadı.
Aralarında elektrik üretimi de bulunan birçok önemli proje, PKK’nin eylemleri nedeniyle 6 ay durdu. Kürtlerin kaderini yakından ilgilendiren Kerkük referandumu büyük bir yara aldı. PKK bölge gündemini işgal etti. Türkiye ve Maliki hükümeti, PKK nedeniyle Kürt bölgesi hükümeti üzerinde baskı oluşturdular. Söz konusu baskıların, Kürdistan Bölgesi üzerinde olumsuz etkileri oldu.
PKK Amerika’dan, uygunsuz bir talepte bulunarak Kürtler ile Türkiye arasında bir seçim yapmasını istedi… Ve bahsedilmeyecek daha nice olumsuz şeyler.”
Rebvar Kerim Veli, PKK’nin son eyleminin ikinci tezkerenin onaylanmasını kolaylaştırdığını dile getirdiği yazısında, geçen yıl oynanan senaryonun tekrarlanmasına dikkat çekerek, “Özellikle bu yıl, siyaseten Kürt bölgesinin geleceği açısından Kerkük sorunu kadar önemli olan petrol yasası sorunuyla karşı karşıyayız. Kürt bölgesine baskı yapmak amacıyla, bölgesel bir komplo hazırlandığını düşünüyorum” demiş!
OHAL, SADECE PKK’YA YARAR!
Rebvar Kerim Veli, bunları yazıp; “PKK’nın, birilerinin maşası” olduğunu söylemeye çalışırken, bir başka “Kürt” olan Katılımcı Demokrasi Partisi Genel Başkanı Şerafettin Elçi de; “Yap-Boz’un parçalarını yerli yerine oturtuyor” gibi açıklamalar yapıyor.
Şerafettin Elçi’nin, “PKK niye saldırdı ve bu saldırı kimin işine yaradı?” sorusuna verdiği cevap, son derece ilginç.
Şerafettin Elçi, teröristler tarafından Aktütün Karakolu’na düzenlenen saldırının ardından bazı kesimlerce gündeme getirilen OHAL talebinin PKK’yı sevindirdiğini söylüyor. Geçmişteki yanlış uygulamalar sebebiyle PKK’ya uzak duran bazı Kürtlerin, bu söylentiler yüzünden örgütten medet umar hale geldiğini hatırlatan Elçi; “PKK en çok OHAL dönemindeki antidemokratik uygulamaları gerekçe göstererek kitlesel taban buldu. Artık PKK’nın tüm tahriklerine inat, daha çok demokrasi ve özgürlük ortamı sağlanmalı. Bu PKK’nın hayat damarlarını kurutur” diyor!
Kürt siyasetçi; son karakol saldırısının Türkiye’deki bazı güçlerin yanı sıra PKK’nın gelecekteki hedefleri açısından da bazı mesajlar taşıdığı görüşünde.
Saldırı sonrası gündeme gelen açıklama ve taleplere bakıldığında bunun ipuçlarını görmenin mümkün olduğunu belirten Elçi diyor ki; “Buna göre, asıl bu iş koordineli olur veya olmaz. Hem PKK, hem de devletin içinde belli bazı güçler mutlaka Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt yönetimine bir saldırıyı öngörmüş olabilir. Çünkü oradaki oluşumdan rahatsız olan bazı kesimlerce yapılacak bir müdahale için gerekçe hazırlanmış olabilir. Bu çok ciddi bir konu. Bu aynı zamanda PKK’nın da işine gelebilir. Çünkü o zaman artık sadece PKK’ya karşı değil, doğrudan Kürtlere karşı yürütülen bir harekata dönüşür. Cephe genişler. Genişleyen cephe içinde de PKK rahatlar. Bu durum, Türkiye’nin içine düşebileceği en büyük felakettir ve ülkenin altından kalkamayacağı bir macera olur. Türkiye’deki Kürtlerin de tepkisini çekecek olan bu tezgaha karşı devleti yönetenlerin, özellikle de siyasilerin bu konuda çok hassas olmaları lazım.”
Saldırının, terör örgütünün tabanına ‘ben hâlâ dimdik ayaktayım’ mesajını vermenin yanı sıra 22 Temmuz seçimlerinde kendilerine hezimet yaşatan hükümetin bölge halkı nezdindeki itibarını zayıflatmak amacı da taşıdığını ifade eden Elçi, şöyle devam ediyor: “Çünkü yerel seçimler PKK ve DTP için son derece önemli ve en büyük güç dayanaklarıdır. Diyarbakır’ı AKP’ye kaptırmamak için her türlü yola başvurulur. Yine yapacağı bazı provokatif eylemlerin ardından askerin yetkileri artırılarak ismi konsun veya konmayan bir OHAL gelirse iktidar büyük bir itibar kaybeder ve PKK ve onun yandaşlarının eli güçlenir. Bugüne kadar PKK’ya karşı duran Kürtlerin büyük bir çoğunluğu devletin bu sert ve haşin politikası karşısında o tarafa destek verebilir.”
PKK VE ERGENEKON HÂLÂ EL ELE Mİ?
Herhalde hatırlıyor olmalısınız. Bu tesbitlerde bulunan Şerafettin Elçi, Ergenekon Terör Örgütü için de “toplumun her yanını saran bir ahtapot” benzetmesi yapmış ve “Ergenekon ile PKK’nın ortak çalıştığını” iddia edip eklemişti:
“Ergenekon’un plânlarına bakılırsa; Kürt halkının ne büyük bir tehlike ve ne büyük bir komplo ile karşı karşıya olduğu görülür!”
İşte bu açıklamalardan sonradır ki, içime bir kurt düştü. Birileri “sivil çözüm” isterken, dahası “asker” bile “tampon bölge”ye karşı çıkarken, başka birileri niye “illâ da askerî çözüm”de ısrar ediyor?
Hani, merak etmiyor değilim;
PKK saldırısına cevap vermedeki “başarısızlık”ta ve saldırı sonrası yapılan “çelişkili açıklamalar”da, kimin parmağı var acaba?
Yoksa, mutfakta Ergenekoncular mı var?
Dün halkçı, bugün devletçi!
Bilirsiniz; “Her nehir, sonunda kendi yatağını bulur” diye bir söz vardır. Galiba öyle oluyor. Sonunda, “herkes lâyığını buluyor!”
Meselâ, CHP. Malûm, bu parti, aslında bir “devlet partisi” olarak kuruldu ama, kendisini “halk partisi” olarak yutturmaya kalktı. Sonunda ne oldu; CHP’nin, bir “devlet partisi” olduğu, gizlenemez bir gerçek haline geldi.
Meselâ, Uğur Dündar. Malûm, bu zat da yıllar yılı “halkın avukatı” gibi haberler yaptı. “Pazar”ları, “market”leri ve “fabrika”ları basıp, halka “bozuk gıda” yedirenlerin ensesinde boza pişirdi.
Ne olduysa oldu, sonunda o da, tıpkı CHP gibi “halktan koptu” ve “devletin limanı”na sığındı. Son zamanlarda “devlet gazetecisi” olma yönünde hızla ilerliyor! Belki, bir “devlet madalyası” verirler kendisine!
Dedik ya; herkes, sonunda lâyığını buluyor. Ama ben; “halkın sırtı”na basarak yükselip de “devletlû” olanlardan hep gıcık kapmışımdır. Uğur Dündar’a gıcıklığım da bu yüzden!
(Hasan Karakaya, 10-2008)
Sisi’ye çarşaf, Nurseli’ye bıyık
Tür: DERİN HABER
Hani, Türkiye’den bahsederken; “At izinin, it izine karıştığı bir ülke” deriz ya, işte tam da şu günlerde bu sözü “haklı” çıkartacak gelişmeler yaşıyoruz. Türkiye, gerçekten de “at izinin, it izine karıştığı” enteresan günler yaşıyor. Bir yanda “Travesti Sisi”, öte yanda “Genç Subaylar”. Bir yanda Nurseli İdiz, öte yanda “Ülkü Ocakları eski Başkanı!”
Öyle bir “fotoğraf” ki içinde yok, yok! Bu fotoğrafta “asker” de var, “avukat” da, “travesti” de! Bu, bir “Ergenekon fotoğrafı” ki; “kimin eli, kimin cebinde” belli değil! Bir yanda “28 Şubatçı bir adam/madam”, öte yanda “Atatürkçü” bir kadın! Dedim ya; ne ararsan var! “32 kısım tekmili birden, bu sinemada!”
Olayı biliyorsunuz. 18 Eylül Perşembe günü; Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün talimatıyla, Ergenekon Terör Örgütü’ne yönelik “Sekizinci Dalga Operasyon”da Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin ve Hakkari’de “değişik siyasî görüşler”e mensup “19 kişi” gözaltına alındı. Gözaltına alınan “ünlü”ler arasında Ülkü Ocakları eski Başkanı Levent Temiz de vardı, “Travestiler Kraliçesi Sisi” olarak tanınan Seyhan Soylu ve “Atatürk’ü canlandıran kadın” olarak ün yapan Nurseli İdiz de.
GENÇ SUBAYLAR NİYE RAHATSIZMIŞ!
Hemen her gazete; bu “gözaltı” olayını değişik pencereden değerlendirdi. Vakit’in de aralarında bulunduğu kimi gazeteler, “28 Şubat piyonu Sisi’ye Ergenekon gözaltısı” başlığını öne çıkarırken, kimi de “Cumhuriyet gazetesine gönderme” yapıp; “Genç Subaylar Ergenekon zanlısı” başlığını manşetine çekti.
Aslında bu başlık, “cuk oturan” bir başlıktı. Çünkü Cumhuriyet gazetesi 23 Mayıs 2003 tarihli manşetinde, hem de dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün ağzından, “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın uyarıldığını” iddia ediyor ve 9 sütuna şu başlığı atıyordu:
“Genç Subaylar rahatsız!”
Ki, bu başlıktan sonra, Org. Hilmi Özkök bir basın toplantısı düzenleyip, “haberi yapan kişi”yi “lânetliyor”, onun “vatan sevgisinden kuşku duyduğunu” söylüyordu!
O kişi, “Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay”dan başkası değildi!
Ne gariptir ki;
Aynı Mustafa Balbay, 5 yıl sonra “Ergenekon Terör Örgütü sanığı” olarak çıkacaktır karşımıza!
Tıpkı, patronu İlhan Selçuk gibi!
Ve yine ne gariptir ki;
“Ergenekon Terör Örgütü sanığı Mustafa Balbay”ın, “rahatsız” olduklarını iddia ettiği “genç subay”lardan, “5 teğmen ve bir askeri öğrenci” de, Perşembe günü gözaltına alınacaklardır!. Evet, “Ergenekon Terör Örgütü’nün zanlısı” olarak!
Böylece anlamış olduk ki;
“Rahatsız” olan “Genç Subaylar”ın bir kısmı “Ergenekoncu”dur! Tıpkı, onların rahatsızlıklarını dile getiren Mustafa Balbay gibi!
KİMDİR BU SİSİ, NİYE GÖZALTINDA?
Fotoğrafın bu yönünün, yine de “su götürür” yanı var. Ömrü “askerî cuntaların içinde bulunmak”la geçmiş bir İlhan Selçuk’un “patron” olduğu bir Cumhuriyet gazetesinde, “Ankara Temsilcisi” ünvanı taşıyan bir kişinin de “darbe girişimcileri”nin arasında bulunması gayet doğal!
Doğal olmayan şu:
Bu fotoğrafta Seyhan Soylu’nun, nam-ı diğer “Travestiler Kraliçesi Sisi”nin ne işi var?
Gelin, “Sisi”yi biraz tanıyalım. “İnternethaber”den Nur Akman, Sisi ile ilgili şunları yazmış:
“Şu anda ünlülerin menajeri olarak tanınsa da, Seyhan Soylu, 90′lı yıllar boyunca “travestiler kraliçesi” olarak anılıyordu. Bu noktada şunu belirtelim; bir anda şöhrete kavuşan her gencin ardından o çıkardı.
1999 yılında karaciğer kanseri olunca menajerlik işine ara verdi.
1973′te İstanbul’da doğdu. Elçilik görevlisi bir baba ve CHP kadın kolları üyesi öğretmen bir annenin üç çocuğundan biri olarak, Samatya’da hayata başladı.
Dünyaya erkek olarak gelen Soylu, taa çocuk yaşından itibaren kendindeki değişikliklerin farkındaydı. O hep ileride kadın olacağı günlerin hayalini kurdu. İlk defa kadınlık hormonu almaya başladığında 13 yaşındaydı.
Daha tüyleri bile çıkmamıştı.
Seyhan Soylu, hayatında ilk resmî dayağı, 14 yaşındayken, bir “bekçi”den yedi. Belki de bu dayak yüzünden polis olmak istedi. Polis olup kendi ve kendi gibi olanları korumak.
Polis Akademisi’ne birincilikle girdi ancak kendi ifadesiyle “cinsel tercihinden dolayı şutlandı”.
Ancak suçunun “cinsel” değil, “ruhsal tahrik” olduğuna inandı.
Bakü’de radyo televizyon eğitimi alan Seyhan Soylu, bir dönem şarkıcılığa da soyundu.
“Pijama terlik diskoya geldik. İşte bak Sisi, öpsün hepimizi” diye bir şarkı söylediğinde, bu işin çok da uzun sürmeyeceği belliydi. Artık hayatını organizatör olarak sürdürüyor. Çok sayıda ünlünün menajeri olarak görev yapıyor.
Sisi kendini “milliyetçi travesti” olarak tanımlıyor. Kolunda bir “bozkurt dövmesi” vardır. Arkadaşları ona Asena diyor. Bir dönem MHP’den teklif aldığını ama “MHP’yi zorda bırakmamak” için kabul etmediğini söylüyor.
Uzun yıllar “ülkücü camia”nın içinde yer alan Soylu, 2007 Genel Seçimleri’nde “DSP’nin vatansever, demokrat, kararlı ve insancıl yaklaşımlarıyla gelen siyasi teklifi doğrultusunda” milletvekili aday adayı oldu.
“28 ŞUBAT’IN GİZLİ KAHRAMANIYIM”

Sisi ve en yakın dostları
Sisi, Zaman Gazetesi’nden Nuriye Akman’a verdiği röportajda ‘28 Şubat’ın gizli kahramanıyım. JİTEM’in yayın organlarında genel koordinatörlük yaptım’ diyordu. Ergenekon kapsamında ifade veren bir gizli tanık, 28 Şubat sürecindeki, Fadime Şahin-Müslüm Gündüz ve Ali-Emire Kalkancı skandalları senaryosunu Ergenekon adına Veli Küçük’ün organize ettiğini anlatmıştı. Bu gizli tanığın anlattıklarına göre senaryonun finansörü Turgut Büyükdağ, organizatörleri ise Strateji Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ümit Oğuztan ve Sisi olarak bilinen ve “camia”nın içine “çarşaf”a bürünerek giren transseksüel Seyhan Soylu ile Polis Müdürü Ümit Bavbek’ti. O, kendisinin “28 Şubat’ın gizli kahramanı” olduğunu zannetse de; bir “taşeron” ve “piyon” olarak “kullanıldığını” herhalde ileride öğrenecektir!
NURSELİ İDİZ’DEN, NURSELİ KEMAL’E!

Bir zamanlar “Genelevdeki çalışanların durumunu çok iyi bilirim”
açıklamaları yapan Nurseli İdiz.
Gelelim, Nurseli İdiz’e. Sinema ve tiyatrodaki oyunculuğu ile adından söz ettiren Nurseli İdiz’in, bu örgütteki rolünü ve “fotoğraftaki yeri”ni hâlâ anlayabilmiş değilim! Öyle ya; Bu, sahneye konulan bir “Ergenekon Tiyatrosu” değil! Ciddi ciddi, “darbe” de dahil; “Türkiye’yi ele geçirme” plânları yapan bir örgüt! İyi de, Nurseli İdiz’in bu “kalkışma”da işi ne? Bu operasyona ne gibi bir “katkı” sağlayabilir! Çünkü, Nurseli İdiz, daha birkaç yıl öncesine kadar, “iyice dağıtmış bir kadın”dı! “Uyuşturucu” ve “Alkolün pençesinde” idi! “Ayık” gezdiği yoktu. Kısacası; “intihar”ın, dolayısıyla “ölümün eşiğinde”ydi! Ama, sonra ne oldu bilinmez; bir “gizi el”; onu, içine düştüğü “bataklık”tan çekti ve onu “Atatürk” yapıverdi! Evet, evet; hemen herkesin “Atatürk” olup “Türkiye’yi kurtarmaya” soyunduğu bir ülkede, işte Nurseli İdiz adlı bir “kadın” ortaya çıkmış ve “Atatürk”lüğe soyunmuştu! 26 Haziran 2008 tarihli gazeteler, “Nurseli Atatürk Olursa.” başlığı altında şu haberi veriyorlardı: “Nurseli İdiz, “Cumhuriyet Kadınları” projesi için objektif karşısına geçti. İdiz, plastik makyajla Atatürk’e benzetildi. Maslak’taki Planet Ajans’ta Faruk Saraç’ın hazırladığı kostüm ve Arzu Yurter’in makyajıyla Yurdaer Öztürk’e poz veren İdiz, “Amacımız Edirne’den Kars’a kadar Türk kadınlarıyla tek yumruk olup Cumhuriyet’e sahip çıkmak” dedi.

Nurseli İdiz Atatürk kılığında
Atatürk’ü canlandırmasıyla ilgili tepkilerden çekinmediğini söyleyen İdiz, “Ata’yı bugüne kadar en iyi ben yansıttım. Bir Atatürk filmi için teklif gelirse kabul edebilirim” diye konuştu.”
1 Temmuz 2008′de ajanslara yansıyan haberler ise şöyleydi: “Ünlü oyuncu Nurseli İdiz, Cumhuriyet kadınlarının sesini duyurmak amaçlı bir defile hazırlığı içinde.
Önceki akşam ünlü eğlence mekanı Sortie içinde bulunan Sahan Restoran’a şarkıcı Linet, mankenler Seçkin Piriler, Şebnem Schaefer, Çiğdem Savaş ve ünlü prodüktör ve yapımcı Seyhan Soylu (Sisi) ile birlikte gelen Nurseli İdiz, “Bu defilenin adı Cumhuriyet Kadınları. Ulu önderimiz kadınlara çok önem verirdi. Biz de bu kapsamda Türkiye’nin en iyi modacıları ile birlikte yine ülkemizin en başarılı mankenlerini yanımıza alarak, her ilde bir defile gerçekleştireceğiz” dedi.
Onlar, kendilerini “Cumhuriyet kadınlarının temsilcisi” olarak görüyordu ama bu “proje”ye karşı çıkanlar ve “rezalet” diyenler de vardı. Hatta, Nurseli İdiz hakkında, “Atatürk’ü Koruma Kanunu’na muhalefet”ten dâvâ açılmasını isteyenler bile vardı!
Sonuç olarak, Londra’daki ameliyatla “kadın” olan Sisi ve taktığı “bıyık” ile “erkek” olan Nurseli İdiz, aynı projede birleştiler!
Bu proje, “bağımsız” bir proje miydi, yoksa “Ergenekoncuların bir projesi” mi?
Onu da, herhalde ileride öğreneceğiz!
Tıpkı; “TİP Kurucular Kurulu Üyesi” görünen Cengiz Abaoğlu’nun, daha sonra “MİT Ajanı” olduğunu öğrendiğimiz gibi!
TİP ÜYESİ MİT AJANI!
Efendim; Şener Eruygur’ların, Hurşit Tolon’ların, İlhan Selçuk’ların, “Genç Subaylar”ın, “Ülkücü”lerin ve Sisi ile Nurseli İdiz’lerin “aynı fotoğraf”ta nasıl buluştuklarını, onların “aynı kareye nasıl sokulduklarını” düşünürken, şu günlerde okuduğum bir kitap geldi aklıma.
Şu günlerde, Necdet Pekmezci’nin, “Siluet Yayınları” arasından çıkan “Öteki Devletin Derin Sırrı. Apo ve Pilot” adlı, “PKK’nın MİT’olojik Tarihi”ni anlatan kitabını okuyorum.
Kitabın 21. ve 22. sayfalarında, ilginç bir olaydan söz ediliyor.
“Kürtlerin, sol konusunda kafası karışıktı. Sol, Kürtleri ulusal sorundan uzaklaştırıyor, asimilasyona tâbi tutuyordu. Türk sol-sosyalistleri, Kürtleri bilinmeze sürüklüyordu.
Üstelik TİP’te Kürt kökenli Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım, Kemal Burkay, Dr. Naci Kutlay, Mehdi Zana, Burhan Tahsin Ünal, Zülfikar Tiğrel ve Tahsin Avcı gibi isimler de var.
Abdullah Öcalan henüz yeni yetmeydi. DDKO’da görev alamadı. Şansını Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nde (THKPC) denedi; ancak koyu bir Mahir Çayan hayranı olmasına rağmen, burada da sivrilemiyordu!
Sonrası malûm.
Türkiye İşçi Partisi’nin kurucuları arasında bir isim daha var. Gözlerden uzak çalışıyor. 1990′lı yılların sonunda bu isim gündeme geliyor. Ancak geçmiş, geçmişte kalıyordu.
Yaklaşık 30 yıl sonra bu isim, TBMM Susurluk Komisyonu üyesi CHP Mersin Milletvekili Fikri Sağlar tarafından, bilgisine başvurulan İstanbul MİT Bölge Müdürü Nuri Gündeş’e soruluyordu:
Sağlar ve Gündeş arasında şu diyalog geçiyordu:
D. Fikri Sağlar (İçel): “Peki Sayın Gündeş, Cengiz Abaoğlu kim?”
Nuri Gündeş: “Rahmetli oldu.”
D. Fikri Sağlar (İçel): Kimdir?
Nuri Gündeş: “Kaçakçılık Şubesi Müdürlüğü yaptı.”
D. Fikri Sağlar (İçel): “Sizin yardımcınız falan mıydı?”
Nuri Gündeş: “Hayır, hayır. İstanbul’da şey.”
D. Fikri Sağlar (İçel): “Sizin emrinizde çalışıyordu.”
Nuri Gündeş: “Emrimde çalışıyordu, çok dürüst, şerefli bir insandı.”
30 yıl sonra konuşulan bir isimle TİP arasında bir bağ vardı.
İşte bu bağlantıyı da 2007 yılının Ekim ayının 3. gününde Baki Tuğ açıklıyordu:
“Cengiz Abaoğlu TİP Kurucular Kurulu üyesiydi!”
Şaşkınlık, dumur hali.
İstifham, istifham.
Baki Tuğ konuşuyor, derin tarih.
12 Mart 1971 muhtırasının tasfiye edilecekleri arasında TİP de var. TİP, 21 Temmuz’da kapatılıyor. Kurmay kadrosu tutuklanıyor. 15 yıla yakın hapis cezasına çarptırılıyorlar.
Kurucular Kurulu’nun üyeleri de 15 yıllık mahpusluktan nasiplerine düşeni alıyorlar.
Almayanlar da var; Cengiz Abaoğlu.
Baki Tuğ anlatıyor. Solun belki de “Eşitlik-kardeşlik” sloganıyla yola çıkanların hüzünlü tarihi bir kez daha tekerrür ediyor.
“TİP üyelerinin listesi önüme geldi. Bir de baktım ki; Cengiz’in de (Abaoğlu’nun) adı var. Cengiz’i çağırdım. Cengiz MİT’tendi. ‘Burada ne işin var’ dedim. Görevli olduğunu söyledi. Dolayısıyla Cengiz, davadan vareste tutuldu, yargılanmadı, hapis yatmadı.”
Bu olaydan sonra, “kimlerin; aynı karede nasıl buluştuğunu” daha doğrusu “nasıl buluşturulduğunu” anlamak, hiç de zor olmasa gerek! Birçok “ideal hareket”in, bir süre sonra “nasıl dumura uğradığı”nın sebebini de!
Sisi’lerin “çarşaf”a büründürüldüğü, Nurseli’lerin “Atatürkleştirildiği” bir Türkiye’de; “Genç Subaylar”ın da “Ergenekoncu” olmaları, hiç de sürpriz değildir!
Burası Türkiye! Her an, her şey olabilir!
İşleri-güçleri sulandırma!
“Ergenekon Terör Örgütü”ne yönelik operasyonlarda “gözaltına alınanlar” ve “tutuklananlar” konusunda da “işi sulandırmaya” ve “önemsizleştirmeye” çalışmışlardı. Meselâ, İlhan Selçuk’un, “Ergenekon’da ne işinin olduğunu” sormak yerine, onun “yaşlı ve hasta bir adam” olduğunu öne çıkarıp, “olayın aslı”nı gözlerden kaçırmaya çalışmışlardı.
Şimdi de aynısını yapıyorlar. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Yalan yazan gazeteleri almayın, evinize sokmayın” çağrısını; tuttular, “Deniz Feneri dâvâsının misillemesi” olarak yorumladılar. Bununla da yetinmeyip; Erdoğan’ı, “gazetelere sansür ve ambargo uygulamak”la suçladılar!
Oysa Erdoğan, “yalan yazan gazeteleri” hedef alıyor, “onları boykot edin” diyor!
Bu çağrıyı “çarpıtma”nın ve “saptırma”nın, daha doğrusu “sulandırma”nın tek izahı vardır: “Biz yalan yazsak da bizi almaya devam edin!”
Şu işe bakın; hem “yalan” yazacaklar, hem de “baştacı” edilecekler! Nerede bu yoğurdun bolluğu!
(Hasan Karakaya, 10-2008)
Aktütün Baskı ve olayın iç yüzü
Tür: DERİN HABER
Taraf’ın yayımladığı anlık istihbarat belgeleriyle istihbarat raporları Genelkurmay’ın 17 askerin şehit olduğu Aktütün baskınını, tıpkı Dağlıca gibi, ayrıntılarıyla bildiğini gösterdi. İç Güvenlik Harekât Durum raporları ve İnsansız Hava Araçları’nın ilettiği anlık istihbarat bilgileri Aktütün baskınından Genelkurmay’ı bir ay önce haberdar etti. İnsansız hava aracı saldırı günü 9.35’ten itibaren, aldığı görüntüleri Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı’na ve İkinci Başkan’a saatlerce ve naklen iletti. Saldırının önceden bilindiğini gösteren temel bir kanıt: Hava aracı, koordinatları Aktütün’e kilitlenmiş olarak saldırı sırasında da görüntü nakline devam etti.
- Havan atıyor musunuz niye atmıyorsunuz.
- Bir dakika atıyoruz.
- Mahir Mahir, Rubar Rubar siz de destek verin.
- Kemal o bir yere gidiyor. Boşa gidiyor aşağı düzelt.
- Azat azat arkasına atın.
- O söylediğim istikamete atın, Cia kısa düşürdün.
- Doğrudur Heval yeniden atıyoruz.
- Çalışın uygun uygun atın senin yerin uygundur vur ordan vur işte.
- Boş kalmasın uygun bir şekilde hem orayı hem karakolu vursunlar.
- Tamam Heval vuruyoruz her iki tepeyi de takip et.
Bu telsiz konuşmaları 3 Ekim 2008 cuma günü 17 askerin şehit olduğu Aktütün saldırısı sırasında baskını düzenleyen PKK’lı grubun arasında gerçekleşti. Telsiz konuşmalarını canlı olarak dinleyenler arasında Aktütün Karakolu’nun da bağlı olduğu Van’daki Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı’na bağlı birimler de bulunuyordu. Beklenen Aktütün saldırısı başlamıştı.
BİR AYDIR İZLENİYORDU
Beklenen bir saldırıydı bu. Çünkü ABD ile yapılan anlık istihbarat paylaşımı işbirliği uyarınca bölge üzerinde keşif uçuşları yapan İnsansız Hava Araçları (İHA), bundan bir ay önce, 5 Eylül 2008’de Kuzey Irak’ın İran sınırına yakın bölgelerinden, Hakkâri-Şemdinli bölgesine doğru harekete geçmiş 80 kişilik bir PKK’lı grubun koordinatları ile net görüntülerini geçmişti. Bu hareketlilikle ilgili olarak GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler) Komutanlığı, bölgedeki dinleme ve istihbarat birimlerinden gelen günlük raporlarla Genelkurmay’ı ve komutanlıkları sürekli uyardı.
UÇAKSAVARLAR GİRDİ
Aktütün baskınından sadece beş gün önce, 29 eylül günü, Van Asayiş Güvenlik Komutanlığı Hareket merkezinde görevli nöbetçi istihbarat Kurmay Binbaşı Zafer Kılıç imzasıyla gizli ve çok ivedi rumuzuyla en başta Genelkurmay’a ve ilgili tüm birimlere gönderilen “HRK.: 3070-69254-08/HRK.MRK.” nolu “İç Güvenlik Hareket Günlük Durum” raporunda PKK’nın “Önümüzdeki günlerde, Yüksekova-Dağlıca Köyü’nde (38s mg 2037) konuşlu bulunan 3’üncü mot.p.tb.k.lığına yönelik bir eylem hazırlığı içerisinde olduğu, bunun için Irak’ın Kuzeyi’nden İkiyaka bölgesine yaklaşık (10) adet uçaksavar silahı getirildiği” bildirilmişti. Aynı çok ivedi raporda PKK’nın Hakkâri Yüksekova’ya bağlı bazı köylere “boşaltın” talimatı verdiği, bu bölgeleri tampon bölge olarak kullanacağı istihbaratı da ilgili mercilere ulaştırıldı.
BİR GÜN ÖNCE YENİ RAPOR
Hareketlilik sürüyordu. Aynı birimden 2 ekim günü, yani saldırıdan bir gün önce Nöbetçi Kurmay Yarbay Ferdi Korkmaz imzasıyla tüm birimlere ve en başta Genelkurmay’a geçilen “HRK.: 3070-69254-08/HRK.MRK.” nolu İç Güvenlik Hareket Günlük Durum raporunda ise daha net bilgiler, bir gün sonraki saldırının adeta koordinatlarını veren istihbarat mevcuttu. Yine “Gizli ve çok ivedi” rumuzlu raporda PKK’lıların bölgedeki hareketliliği isim isim, silah ve katır sayılarına kadar yerleri bildirilerek birimlere gönderilmişti. Sınırdan içeri giren PKK’lılar, içeriye sokulan ağır silahlar, saldırı kararlarının alındığı toplantılar askeri yetkililerin takibi altındaydı.
KATIRLAR BİLE TAKİPTE
Türkiye ve Irak’ın kuzeyindeki kaynaklara dayandırılan bir gün önceki bu istihbarat raporlarında Hakkâri-Şemdinli bölgesinde bir saldırının gelmekte olduğu anlatılıyordu. Öyle ki bu raporla Genelkurmay, Aktütün’ün hemen karşısında, sınırın öteki tarafındaki Mezi deresi içerisinde saldırıda kullanılan ağır silahları taşımak üzere bekletilen 25-30 katırın varlığından bile haberdardı.
KARE KARE GELEN BASKIN
Saldırının yapıldığı 3 Ekim 2008 cuma günü erken saatlerden itibaren ise bu kez ABD’nin anlık istihbarat desteği kapsamında İnsansız Hava Araçları (İHA), Aktütün’ün hemen karşısında, 10 km Irak sınırları içinde kalan tepelerde bazı PKK’lı grupların saldırı hazırlıklarını görüntüleyip askeri yetkililere ulaştırdı. Genelkurmay’ın ve ilgili birimlerin anında canlı olarak izlediği bu görüntülerde sayıları hızla artan PKK’lılar tepelere mevzileniyor, ağır silahlarını konuşlandırıyor, araziyi mayınlıyor. Ama sabah saatlerinden itibaren başlayan bu hazırlıkları, saniye saniye canlı yayında izleyen askeri yetkililer, koordinatları açıkça belli olan bu hedeflere üç buçuk saat sonra müdahale ediyor. Bu da zaten Aktütün’de çatışmanın yoğunlaştığı öğleden sonraki saatlere denk geliyor.
Anlık istihbarat görüntüleri içinde belki en önemli ve en dikkat çekici olanı PKK’lı grupları gösteren görüntüler sürerken bir anda İnsansız Hava Aracının yer değiştirerek Aktütün’ü göstermeye başlaması oluyor. İnsansız Hava Aracı’ndan gelen görüntülerin sağ üst köşesinde araca önceden yüklenmiş koordinatlar belirtiliyor. 5C ve 6C hedeflerinin koordinatları incelendiğinde iki nokta arasında yaklaşık 25 km’lik bir mesafe olduğu görülüyor. Bu noktaların İHA’nın uçuşu esnasında rastgele görüntülenmiş noktalar olmadığı anlaşılıyor. Bu noktalar sistem hafızasına girilmiş noktalar. Bu ise Aktütün ve çevresinde saldırı öncesinde bir olay beklentisi istihbaratı olduğuna açık bir kanıt.
CANLI YAYIN BAŞLIYOR
Saat 09.35.35’de başlayan (insansız uçağın çektiği görüntülerde kullanılan GPS saati Greenwich’e göre ayarlandığı için saat Türkiye yaz saatinden üç saat geride) görüntülerde koordinatlarından Aktütün’e yakın olduğu anlaşılan bir tepenin üstünde görünen PKK’lı grup, güneyden gelecek bir çevirme ihtimaline karşı bölgeyi mayınlıyor, mevzi hazırlıyor, havan topu konuşlandırmaya çalışıyor. Burası Aktütün’e 25 km mesafede.
ÜÇ BUÇUK SAAT SONRA MÜDAHALE
Saat 13:59:02. (GPS: 10:59:02) Kuzey 37 15.33, Doğu 44 21.40 noktasından güneydeki tepelere mevzilenmiş PKK’lı gruba ilk görüntüden yaklaşık üç buçuk saat sonra ateş açılıyor. (Fotoğrafta parlayan yer) Ama Genelkurmay koordinatları belli olan bölgeye karada konuşlandırılmış silahlarla saldırmayı tercih ediyor. İstihbarat görüntülerine rağmen Genelkurmay, Hava Kuvvetleri’ni kullanmıyor.
İNSANSIZ HAVA ARACI AKTÜTÜN’Ü İZLİYORMUŞ
Görüntüler uzun süre 5-C olarak adlandırılan bir bölgeden PKK’lı grupları çekmeyi sürdürürken, saat 13:57:26’da kamera (GPS 10.57.26) 6-C olarak adlandırılan yeni koordinattan görüntü vermeye başlıyor. 6-C olarak adlandırılan yer ise Aktütün Köyü. Uzmanlar Aktütün koordinatının belli bir adla aracın hafızasına önceden kaydedilmiş olmasının ve Aktütün üzerinde İHA uçurulmasının, bu bölgede bir faaliyet beklendiğinin başka ve önemli bir delili olduğunu söylüyor.
(Taraf, 14.10.2008)
Onbaşı Mesut örgüt üyesi gibi
Tür: DERİN HABER
Şemdin Sakık, Abdullah Öcalan, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Yalçın Küçük hakkında şok iddialarda bulundu. Yalçın Küçük 1990’larda aranır duruma düşme bahanesiyle Avrupa’ya kaçarak PKK terör örgütünün imkanlarıyla Fransa’ya yerleştiği ve oradan sık sık Şam’a gelip Abdullah Öcalan ile görüştüğü ortaya çıktı. Sakık yazdığı mektupta, Tansu Çiller’in Abdullah Öcalan’a bombalı suikast planını Mesut Yılmaz’ın bozduğunu yazdı. Mesut Yılmaz’ın bu bilgiyi Yalçın Küçük aracılığıyla Abdullah Öcalan’a ilettiği iddia etti. İşte Sakık’ın Star Gazetesi yazarı Şamil Tayyar’a yazdığı mektup ve Tayyar’ın bugünkü yazısı…
Öcalan, Perinçek ve Küçük
Şemdin Sakık’tan yeni bir mektup geldi. 22 Eylül günü kaleme alınan bu mektupta çok çarpıcı iddialar var. Abdullah Öcalan ile Şemdin Sakık arasındaki ihtilafı bilerek bu iddialara ihtiyatlı yaklaşıyorum.
Ancak Ergenekon sanığı Doğu Perinçek ve Prof. Dr. Yalçın Küçük ile ilgili öyle iddiaları var ki; Ergenekon ile PKK arasındaki bağın tartışıldığı ve terörün yeniden tırmanışa geçtiği bu günlerde söz konusu iddiaları gözden geçirmenin yararlı olacağını umuyorum. Artık herkes meseleye ‘ak-kara’ perspektifinden bakmamayı öğrenmeli, at gözlüklerini fırlatıp atmalıdır. ‘Vatan’, ‘millet’, ‘toprak’, ‘bayrak’ gibi kutsal değerlerin nasıl istismar edildiğini anlamalıdır.
Gerçi, bugün şehit cenazelerinde boy gösterenlerin yıllarca tapındığı ve hala tapınmaya devam ettikleri liderlerin, akademisyenlerin PKK kamplarındaki güler yüzlü boy fotoğraflarına aşinayız ama PKK’lı gözüyle nasıl algılanıyorlar, bir de ona bakalım.
Apo – Perinçek kardeşliği
Şemdin Sakık diyor ki: ‘Doğu Perinçek, 1980’lerde gazetecilik adı altında Beka Kampı’na kadar gelip Öcalan’ı ziyaret etti, askeri törenle ve silah atışlarıyla karşılandı. Öcalan onu kucakladı, öptü, günlerce konuk etti. Kaldıkları odaya militanlar yüz metreden fazla yaklaşamadı, sabahlara kadar baş başa kaldılar.’

Aslında bu açıklamada, ‘100 metreden fazla yaklaşmayın’ talimatı ve ‘baş başa görüşme’ dışında yeni bir hadise yok. Diğer iddiaları zaten fotoğraflarla tescillidir.
Sakık’ın en çok merak ettiği bölüm de burasıdır: ‘Öcalan’ın Perinçek’le günlerce bir odada baş başa kalarak neler konuştuklarını ya da planladıklarını, neden yanlarına üçüncü bir kişiyi almadıklarını ve ‘militanlar kaldığımız yere yüz metreden fazla yaklaşmasınlar’ talimatı verdiğini hala merak ediyorum.’
Sakık’ın cevap aradığı bir diğer soru ise şu: ‘Öcalan’ın savaş kışkırtıcılığı yaptığı dönemde yanında olan Perinçek, İmralı’ya düştüğünde ‘silahlara veda ediyoruz’ dediği anda Öcalan’a mesafeli durmaya başladı. Neden savaşan Öcalan’a ‘kardeşim’, barış çağrısı yapan Öcalan’a ‘hain’ dedi?’
İlginç bir cümlesi daha var: ‘Öcalan Kürtçü görünür. Perinçek Orducu görünür. Öcalan ve Perinçek kardeşliğinin Kürt-Türk savaşı çıkarma fikrine dayandığından kuşkum yoktur.’
APO ÖLSEYDİ KÜÇÜK LİDER OLABİLİRDİ
Şemdin Sakık’ın Yalçın Küçük’le ilgili olarak da çok ağır ithamları var.
Şöyle yazıyor: ‘Yalçın Küçük 1990’larda aranır duruma düşme bahanesiyle Avrupa’ya çıktı, bizzat Öcalan’ın sunduğu örgüt imkanlarıyla Fransa’ya yerleşti. Bazen Öcalan’ın daveti bazen kendi isteğiyle Şam’a geliyordu. Bizzat oradaydım. Her seferinde Öcalan tarafından askeri törenle, süslü püslü sözcüklerle, kucaklaşmalarla, öpücüklerle karşılanırdı. İkisi baş başa verip örgütü ve savaşı düzenliyorlardı.’

İddiasına göre; Öcalan ile Küçük arasındaki ilişkiler o kadar büyümüş ki, PKK’daki kimi üst düzey atamalarda Küçük’ün önerileri önemli rol oynamış!
Ne kadar doğrudur bilemem ama Sakık’ın şu cümlesi hayli dikkat çekici: ‘Öcalan’ın yaklaşımları sonucunda bu zat (Küçük’ü kast ediyor) gözümüzde o kadar büyümüştü ki, Allah göstersin Öcalan’a bir şey olsaydı Yalçın Küçük’ü lider olarak kabul etmeye hazırdık.’
Yani, günümüzün sıkı kuvvacısı, Sakarya muharibi (!) Küçük Hoca PKK’lıların gözünde bir zamanlar Öcalan’ın yerine geçecek kadar önemli biriymiş!
İnanması bir hayli zor.
Ama Küçük Hoca’nın ‘Kürtler Üzerine Tezler’ kitabının 233-253. sayfaları arasında yer alan Öcalan’la röportajında kullandığı ‘değerli başkan, Apo arkadaşım, Apo kardeşim, Öcalan kardeşim, genel sekreter kardeşim’ ifadeleri, ‘Kemal Paşa ve Kemalist hareket başlarken daha radikal ve sosyalist hareketleri temizleme gereği duydu. Çerkez Ethem’i ve güçleri tasfiye etti. Sizin için bir benzerlik çıkarılabilir mi?’ sorusuyla Atatürk’e hakaret fırsatı yaratması karşısında, insanın içinden ‘hiç de zor değil’ diyesi geliyor.
OPERASYON NASIL ENGELLENDİ?
Sakık’ın Küçük’le ilgili bir ağır ithamı ise ‘istihbaratçı gibi davrandığı’ iddiasıydı. Mektubunun dördüncü sayfasında şöyle diyor: ‘Özellikle devlet işleyişi ve politikaları hakkında Öcalan’a istihbarat getiriyordu. Avrupa’daki Kürtler arasında Öcalan’a muhalif olan Kürtleri tespit edip Öcalan’a bildiriyordu.’
Hele mektuptaki şu iddia, yenir yutulur gibi değil. Sakık, 1996 yılı bahar döneminde Zap karargahındayken Şam’da bulunan Öcalan’la görüşüyormuş, o esnada büyük gürültü olmuş, Öcalan kısa bir sessizlikten sonra ‘Türkçe eğitim okuluna bombalı saldırıda bulundular’ demiş!
Daha sonra kampta Öcalan, o bombalı eylemle ilgili militanlara şöyle demiş: ‘Tansu Çiller bana bombalı suikast planladı. Mesut Yılmaz bu bilgiyi Avrupa’da bulunan Yalçın Küçük vasıtasıyla bana ulaştırdı, biz de tedbirimizi aldık.’
Kanlı bir terör örgütünün başı durumundaki Öcalan’ın sözleriyle bu ülkede bir dönem başbakanlık yapmış Mesut Yılmaz’ı ve tüm siyasi atraksiyonlarına rağmen Yalçın Küçük’ü böylesine ağır bir ithamın tarafı haline getirmeyi doğru bulmam.
Ancak.
Tansu Çiller’in 12 Mayıs 1995 günü onay verdiği MİT patentli ‘Mercedes’ isimli operasyonun 24 Aralık 1995 seçimleri nedeniyle askıya alınmasının ardından Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde (ANAYOL-1996 Nisan-Mayıs) sahneye konarken başarısızlıkla sonuçlanmasının mutlaka, ama mutlaka izah edilmesi gerekir.
Soru bir: Operasyon büyük bir gizlilik içinde yürütülürken bir yüksek tirajlı gazetede operasyonun tüm ayrıntılarının yer aldığı haber ‘Türkiye Apo’nun Ensesinde’ manşetiyle neden verildi? O haberin kaynağı kimdi? Hangi amaçla operasyon basına sızdırıldı?
Soru iki: MİT’e operasyon için Şam’da yardım eden ‘101-288’ kodlu Suriyeli ajan son anda neden vazgeçti?
Soru üç: 1 ton C-4 patlayıcı yüklü ve içinde ‘Yeşil’ lakaplı Mahmut Yıldırım’ın da bulunduğu beyaz Mazda minibüs, Öcalan’ın kaldığı Mahsun Korkmaz Akademisi’ne neden yüz metre mesafede park edilerek patlatıldı?
Soru dört: Siyasi partiler veya kurumlar (MİT-Emniyet gibi) arası acımasız rekabet, operasyonu ne ölçüde etkiledi?
(Şamil TAYYAR, STAR)
Kur’an’ı yeniden yazmayı planlayan Ergenekoncu
Tür: DERİN HABER
Ergenekon sanıkları kendilerini bir bir fişlemiş. İşte bir Ergenekon sanğının ağzından diğer Ergenekoncuların ruh halleri: Semih Tufan Gülaltay, “tam bir şizofren” dediği Kuvayi Milliye Derneği Genel Başkanı Fikri Karadağ’ın kendini Hitler’e benzettiğini not etmiş. Ayrıca, Karadağ’ın Kur’an-ı yeniden yazma niyetinde olduğunu yazmış. Susurluk davası hükümlülerinden Yaşar Öz ile İnsan Hakları Derneği (İHD) eski Genel Başkanı Akın Birdal’a silahlı saldırı davasında yargılanarak ceza alan Ergenekon davası sanığı, Türk İntikam Tugayı’nın (TİT) kurucusu Semih Tufan Gülaltay’ın bilgisayarından çıkan “çok gizli” ibareli istihbarat içerikli bilgilerde Kuvayi Milliye Derneği Genel Başkanı Fikri Karadağ’a “şizofren” yakıştırması yapılıyor. (Tolga Atar, Bugün, 10-2008)
|
|
|
|