GiRAY ERDOGAN net
Ana Sayfa
Genel kultur
ilginc buluslar
Siyasi Sohbetler
=> Siyasi bilgiler
=> Siyasi Bilgiler 1
=> Siyasi Bilgiler 2
=> Siyasi Bilgiler 3
=> Siyasi Bilgiler 4
=> Siyasi Bilgiler 5
=> Siyasi Bilgiler 6
=> Siyasi Bilgiler 7
=> Siyasi Bilgiler 8
=> Siyasi Bilgiler 9
=> Siyasi Bilgiler 10
=> Siyasi Bilgiler 11
=> Siyasi Bilgiler 12
=> Siyasi Bilgiler 13
=> Siyasi Bilgiler 14
=> Ask ERBABI
=> Ataturkten harika bir ders
Anketler
Bilim arastirma
MEDİCAL
GALERi
Siyasi Bilgiler 13

YÖK terörü

Görüntü paylaşım sitesi olan Youtube’da yayınlanan ve YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’e ait olduğu iddia edilen ses dosyası, dinleyenleri hayretler içinde bırakmıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kaydedildiği anlaşılan konuşmada, Teziç, Abdullah Gül’ün seçilmesi halinde suikast yapılacağını ima ediyor. Ses kasetinde Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e hakaretlerde bulunuyor.

(http://www.aktifhaber.com)

 

Türkan Saylan siz kimsiniz?

turkan-saylan.jpg

Çağdaş Türkan Saylan; “bu ülkede bizim istemediğimiz hiçbir şey olmaz” diyor. Bu “biz” dediğiniz zümre gücünü nereden alıyor? Hangi araçlara, imkânlara sahip?

Sizin gibilerin meşru devlet yapılanması, demokratik süreç içinde bir yerinin olmadığı malum. PKK’lılara verdiğiniz bursları, yaptığınız misyonerlik faaliyetlerini, doğudan getirdiğiniz gencecik beyinleri Türk milletine, İslam’a karşı nasıl kurduğunuzu, yeni azınlıklar oluşturmak için harcadığınız çabaları biliyoruz. Devlete, askere silah sıkan pek çok kesime destek verdiğiniz, devleti zaafa uğratacak işler içinde olduğunuz denetim raporlarına, hatta mahkeme tutanaklarına kadar girmiş durumda.

Peki bütün bunlara rağmen siz kimsiniz? Bu aymazlığın, pervasızlığın ardındaki güç nedir?

Siz, iki asırdır milletin kanını emen, beynine bir ur gibi yerleşip sinirlerini işgal eden, şu kripto vatandaşlar olmalısınız.

Siz, Atatürk’e rağmen Atatürkçülük yapan Atatürkçülük simsarları olmalısınız.

Siz, küfrünü açıkça ortaya koyma cesareti gösteremediğinden dolayı laiklik kılıfı altında milletin dinine, örfüne ahlakına düşmanlık yapan naylon laikçiler olmalısınız.

Siz, yavuz hırsız misali, ABD’nin has adamları olduğu halde başkalarını Amerikancılıkla karalayanlar olmalısınız.

Siz, İsrail’e ve Yahudi menfaatlerine göbekten bağlı olduğu, 2 kuşak önceki dedeleri ecnebi olduğu halde ulusalcılık yapanlar olmalısınız.

Siz, her türlü karışık ve karanlık tezgâhlarla, çetelerle milleti birbirine kırdırmaya, kamplaştırmaya, demokratik süreci sabote etmeye çalışanlar olmalısınız.

Siz, bir taraftan irtica mizansenleriyle, Fadime-Müslüm senaryolarıyla milleti oyalarken öbür taraftan bankaları boşaltanlar olmalısınız.

Siz, Ermeni kültürünü ihya etmek için Ermeni eserlerini kaçak olarak biriktiren, Ermenilerin başkent olarak hayal ettikleri bir kentte rektörlük yapan ermeni kökenli birisinin arkasında laiklik, cumhuriyet vs diyerek sonuna kadar duranlar olmalısınız. (Bu ülkede milli güvenlikten sorumlu kurumlar irticaya çok duyarlıdırlar, ama pek çok Ermeni’nin, ecnebinin rektör olması, önemli noktalara gelmesi dikkatlerini çekmez.)

Ümraniye cephaneliğinin, saunacıların, atabeylerin, Ergenekoncuların, faili meçhul cinayetlerin, Hizbullah vahşetlerinin arkasında da sizler olmalısınız.

Siz, bir taraftan askeri demokratik sürece müdahale etmesi için kışkırtırken, öbür taraftan Mehmetçiklerimizi şehit eden, masum vatandaşlarımızı katleden, huzurumuza kasteden PKK ile derin ilişkiler kuranlar olmalısınız.

Türkan Saylan kendilerine rağmen iş yapmayı düşünenlere Menderes’in akıbetini hatırlatıyor. Yani milletin oylarıyla seçilmiş bir hükümeti düşüren ve başbakanını asanların kendileri olduğunu ifade ediyor. Mevcut hükümeti, siyasetçileri, milli iradeyi ve TBMM’yi açıkça tehdit ediyor.

Aslında Beyaz Türkler son zamanlarda, hiç olmadığı kadar tedirginler. Daha önce böyle aleni tehditleri olmazdı, kendilerini açık etmezlerdi. İşlerini temizce bitirirler ve geriden kıs kıs gülerek seyrederlerdi.

Böyle cinnet geçirircesine bağırdıklarına, dengelerini kaybedecek kadar asabileştiklerine göre tehdit ettikleri kadar güçlü değiller. Konuşmalarında, tavırlarında panik seziyorum ben bunların. Ellerinden bir şeylerin kaçtığının farklındalar. Türk milletinin uyanışı ve aklıselimle hareket etmesi bunları çıldırtıyor, saldırganlaştırıyor, küstahlaştırıyor.

Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi panikleri hükümetten kaynaklanmıyor. Anadolu insanının dün bizden çaldıklarını geri istemesi korkutuyor bu yavuz hırsızları. Aristokratik ayrıcalıklarını kaybedecekleri endişesini yaşıyorlar. İnce planlarla kurguladıkları illüzyonların anlaşılması ürkütüyor bu beyaz efendileri.

Türkan Saylan’ın idealizmini, davası adına gösterdiği performansı, dağ tepe demeden G. Doğu’nun en ücra köylerine gitmesini hayranlıkla takdir ediyorum. Ama bahsini ettiği “yenilmez güç!” Türkan hanımı gözden çıkarmış gibi geliyor bana. Malum o derin, karmaşık yapı birilerini cesaretle, ortamı gerecek şekilde ve medya önünde konuşturuyorsa; konuşan kimsenin başına mutlaka bir iş geliyor. Tıpkı Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, vd. gibi. Bunlar konuşturur ve yok ederler. Arkadan o cenazeyi kamplaştırmalara, vuruşturmalar, malzeme yaparak uzunca süre kullanırlar.

Türkan Hanım; sanırım son zamanlarda sizi de birileri konuşturuyor. Kendinize dikkat edin. Başınıza bir iş gelmesin.

Yooo. Bu bir tehdit değil. Sizin sürekli karaladığınız, mürteci dediğiniz bu ülkenin Müslüman insanları bir münafığı da, bir kâfiri de, ihtida etmemiş bir “dönme”yi de insan kabul eder. “Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek” olduğuna inanır.

Sizin kontrolünüzdeki “dinci! bazı fason örgütler” hariç Müslüman Türk insanı din adına, inancı adına cinayet işlemez.

Siz asıl kendi arkanızı kollayın. “Bu ülkede bizim istemediğimiz bir şey olmaz” diyorsunuz. Sakın sizinkiler sizin için bir iyilik düşünüyor olmasın!

(YUSUF GEZGİN, AKTİFHABER)

 

Yargıya güven azaldı

Sözleşmeli personel alımı, özelleştirmeler, prim sistemi gibi düzenlemeler, devlet memurlarını belli bir noktaya getirdi.

“Salla başı al maaşı” etiketi Adalet Bakanlığı çalışanlarına yadigar kalmış gibi. Ne gerçeği ortaya çıkarmak için akıl yürüten, kolluk kuvvetlerini yönlendiren savcılar görebiliyoruz; ne de duruşma salonlarında adaletin kalesi gibi hakimler..

Ucu derin karanlıklara çıkan davaların hemen hepsinde incitmeyecek kararlara şahit oluyoruz.

Emniyet ve Jandarmanın aylar süren takiple çökerttikleri çetelerin liderleri, hemen hepsi aynı biçimde “nöbetçi mahkeme” eliyle serbest bırakılıyor.

Bu arada deliller mi karartılıyor, suç aletleri mi ortadan kaldırılıyor, aleyhte şahitlik edecekler ikna mı ediliyor belli değil…

(http://www.aktifhaber.com)

 

Kurulu planlar

ABD : AB’yi rakip gören ABD, ileride AB’nin rakibi olabilecek kapasiteye sahip Rusya ile ortak hareket ederek, AB’nin önünü kesmeye çalışmaktadır. ABD, Orta Doğu’daki petrol ve doğal gazı hem kullanmak hem rakiplerine kaptırmamak için orada faaliyet gösterirken, Orta Asya’yı Rusya’ya bırakıp, Rusya’nın oradaki faaliyetlerine göz yummakta, ses çıkarmamaktadır. ABD’nin Avrupa ayağını İngiltere, Asya ayağını ise Japonya oluşturmaktadır.

ALMANYA : AB’nin beyin takımı ve güdüleyicisidir. Almanya, ABD ve Rusya ile tek başına mücadele edemeyeceğini anlayınca onlarla mücadele edebilmek için Avrupa’yı birleştirmeye çalışmaktadır.

İNGİLTERE : Irk (Anglosakson) ve din ( Protestanlık ) ortak kimliği ile ABD ile eylem birliğindedir.Osmanlı imparatorluğunu dağıtıp, %80′ini alan İngiltere olduğu halde bizler hala Cumhuriyet bayramlarında Yunanları denize döküyoruz. Yunanistan kukla idi, ondan hıncımızı aldırdılar. Ve hala Avrupa Yunanistan’ı kullanıp Türkiye’ye istediği yönlendirmeyi yapmaktadır.

AB : Özellikle Orta Doğu Petrol sahasında ABD hakimiyetini kırıp yeni güç merkezi olma gayretindedir. ABD Türkiye’yi AB’nin orta doğuya sarkmasına engel teşkil eden bir set olarak gördüğü için Türkiye’nin AB içine girmesine izin vermemektedir. Arap kardeşlerimizle olan İslam ortak paydasını kullanarak Orta Doğu’ya Türkiye üzerinden girmek için AB, bizi içine almaya hazırdır ama, ABD’nin buna izin vermeyeceğini bildiği için bizi içlerine almamaktadır.

RUSYA: Günümüzde KGB tarafından yönetilmektedir ve şu an Rusya’daki iş adamları KGB ajanlarıdır! Yanıbaşındaki gücü (AB) kontrol altında tutmak için ABD ile ortak hareket etmektedir. Rusya, ABD’yi istediği zaman “bana yardım etmezsen rakibin olan AB ile hareket ederim” şeklinde uyarmakta ve ABD’ye her istediğini yaptırmaktadır. Belki de bizim yapmamız gereken de budur!

İSRAİL: ABD’nin (Anglosakson kesiminin) amacı petrol’dür. İsrail değil, daha önce petrolün kontrolünde müttefik gördüğü İsrail, şu an için dezavantaj konuma geçmiştir. Şaron’un sert politikası İslam ülkelerini Tamamen İsrail , dolayısı ile onun destekçisi ABD aleyhine çevirmiştir. Avrupa’da bu kozu kullanıp; İsrail aleyhine görünüp İslam ülkelerini yanına çekmeye dolayısı ile ABD’yi köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır!

ABD ya İsrail ile batacak ya da İsrail yerine Türkiye vasıtası ile Orta Doğuya yeniden sarkıp, sömürmeye devam edecektir. Şu an Türkiye ABD’nin güdümündedir, ekonomik-siyasal-sosyal açıdan ABD elimizi kolumuzu bağlamıştır, ABD menfaatine aykırı siyaset izleyen hükümetler ihtilalle – 28 şubat gibi- ortadan kaldırılmıştır. ABD Türkiye’nin orta doğu ve orta Asya’da söz sahibi olmasını istemektedir. Türkiye’ye de ABD hükmettiğine göre dolayısı ile o bölgelerde ABD hakimiyeti hissedilecek ve sağlanacaktır!

İsrail ABD desteğini kaybetmemek için Türkiye’de devamlı huzursuzluk çıkarmakta -Suikast, lobi , basın, İran düşmanlığı- ve Türkiye’nin ABD’nin isteklerini yapabilecek kadar bir güce ulaşmasına engel olmaktadır.

11 EYLÜL : ABD’deki İsrail lobisi ile kurulu düzen – İngiliz; Anglosakson – lobisi arasındaki iç çekişmenin sonucunda İsrail lobisinin yaptığı bir gözdağı operasyonudur. Uluslararası sermayenin- Yahudi sermayesinin – hakimiyeti altındaki ABD’de İngiliz lobisi – Yahudi lobisi mücadelesi hala devam etmektedir!

GLOBALLEŞME : ABD tekstil ve demir-çelik ürünlerine kota koymaktadır, Avrupa’da ise ırkçılık yayılmaktadır. Tüm bunlar globalleşme rüzgarına aykırı olan faaliyetlerdir!

TERÖR : Terör; hedef ülkeye güç kullanmadan zarar verme tekniklerinden biridir. Terör örgütlerinin kaynağı gizli servislerdir. Bizler denizdeki balık gibiyiz. Her oltaya yem diye atılırsak oltaya takılırız, her yemi olta olarak görürsek aç kalırız, önemli olan olta ile yemi ayırmaktır; daima oltaların yeme benzetildiğini unutmadan!

Her yeraltı örgütünün mutlaka bir dış bağlantısı olan istihbarat örgütü vardır. Dış istihbarât örgütlerinin elinde hem sağ hem sol terör örgütleri vardır, bunlar amaçlarına göre birisini kullanırlar. Terör olayları göründüğü gibi değillerdir, mesela ABD , Vietnam’da savaşa girebilmek için kendi savaş gemisini batırıp suçu Vietnam’a attığı iddiaları çok yaygındır. Terör olaylarının sonucunda örgütün amaçladığı amaç önemli değildir, ama eylem sonunda neyin gerçekleştiği, kimin kârlı çıktığı önemlidir, “terörden kârlı çıkan , terörü yapandır, kuklalara takılıp kalmamalı onları oynatanlara ve hedeflerine odaklanmalıdır!”

TÜRKİYE : Türkiye’de derin devlet vardır, bu derin devletin ABD’cisi vardır, AB’cisi vardır ama asla İslamcısı yoktur!

İste bunun için İslam toplumları biran önce birlik olmalıdırlar.

NOT : Bu yazı İstihbaratçı Pr. Mahir Kaynak’ın “Sil Baştan” adlı eserinden faydalanılarak hazırlanmış, içerisine biraz da yorumlar eklenmiştir!

 

Türkiye’de demiryolu bilinmeyenleri

- Türkiye’de demiryolu yerine Karayolu taşımacılığının tercih edilmesinin, ABD’nin yaptığı Marşal yardımının bir şartı (kriteri) olduğunu,

- Türkiye’de % 95 olan kara yolu taşımacılığının payının; ABD’de % 43 olduğunu,

- Türkiye’nin ulaşım ana planı olmadığını,

- 2050 yılında, Japon uzmanların yaptığı çalışmaya göre, Ankara İstanbul arasında yılda 60 milyon yolcu taşınacağını,

- Mevcut durumdaki, Ankara İstanbul demiryolu hattının Abdülhamit zamanında 725 km olarak yapılmış olduğunu,

- Abdülhamit zamanında yapılan demiryolunun, yolu yapan yabancı şirketler tarafından, demiryolunun geçtiği yerlerdeki maden imtiyazı hakkından yararlanmak için bilinçli olarak uzatıldığını, Atatürk’ün 1936 yılında bu yolun düzeltilmesini istediğini,

- İstanbul, Ankara arasında elektrikli tren projesinin 1959 yılında hazırlandığını,

- 1976 yılında Demirel tarafından 411 km olarak ihalesi yapılan Ankara İstanbul hızlı Tren hattının % 40′ının tamamlandığını, ancak bunun bitirilmesinin engellendiğini, Mesut Yılmaz’ın “bu hattı tamamlamayacağız” diye bir açıklaması olduğunu ve iktidar olduğu yıllarda da bu hattın tamamlanması için çalışma yaptırmadığını,

- 8 Haziran 2003 tarihinde AKP’nin Ankara İstanbul hızlı tren hattını tamamlamak yerine, Abdülhamit zamanından kalan 725 km lik hattı modernize edecek şekilde Alarko ile ortak İspanyol şirketiyle bir anlaşma imzaladığını,

- Bu hattın Akara Eskişehir arası için 600 milyon dolarlık bir harcama yapılacağını ve bu projenin hızlı tren ile bir ilgisi olmadığını aksine hızlı treni engellemek için bir aldatmaca olduğunu,

- Ankara İstanbul arasında, Prof. Dr İlyas Yılmazer’in bir elektrikli demir yolu projesi hazırlamış olduğunu. Bu projeye göre 395 Km olacak olan demir yolunun, boru tipi türbin ile Mudurnu çayından elde edilecek elektrikle bedava enerji ile çalışacağını ve bu bedava enerji ile günde 96 sefer yapılabileceğini,

- Atatürk zamanında 4075 km demiryolu yapıldığını, bundan sonraki 65 yılda ise sadece 1510 km demiryolu yapılabildiğini,

- 1950 yılında %50 oranında olan demiryolu taşımacılığının, 2003 yılında %5′e düştüğünü,

- Tokyo’da yüksek hızlı trenlerin (200 km/s), 1964 yılında çalışmaya başladığını ve bu güne kadar bu trenlerin hiç kaza yapmadığını,

- İzmir, Denizli arasının (300 km) 27 yıl önce otobüs ile 5, Trenle 6 saat, günümüzde ise bu mesafenin otobüsle 3,5 saat trenle yine 6 saat (ort. hız 50 km /saat ) olduğunu,

- ABD, Fransa ve Japonya’da 450 km/s hız yapan trenlerin hava yolu taşımacılığı ile rekabet ettiklerini,

- 600 km hız yapan elektrikli trenlerin artık kullanılmaya başlandığını, 800 km hız yapan elektrikli trenlerin ise deneme aşamasında olduğunu,

- Türkiye’de yılda 10-12 bin kişinin trafik kazalarında öldüğünü,

- Türkiye’de % 7 si trenle yapılan taşımacılığın, elektrikli trenle yapılan taşıma olarak %30 çıkarılması durumunda,yıllık 36 milyar dolar tasarruf edileceğini, (Prof. Dr. Atıf Ural),

- AKP’nin acil eylem planında söz konusu olan15 bin Km yolun, yapılabilirlik (fizibilite) çalışmasının, jeolojik ve jeofizik etütlerinin, şehir içi geçiş planlarının, bilimsel değerlendirmesinin olmadığını, (Prof. Dr. Atıf Ural)

- Tarsus Adana Gaziantep arasında yapılan yolun, keşif bedelinin, 360 milyon dolar, keşif uzunluğunun 243 km, öngörülen bitiş tarihinin 1991 yılı olduğunu, ancak bu yolun 258 km olarak, 2001 yılında 4,2 milyar dolara bitirildiğini, (Doç. Dr. İlyas Yılmazer)

- Otoyolların geçtiği alanların, on kilometre sağ ve on kilometrede solunun, kirlilik nedeniyle tarım alanı olmaktan çıktığını,

- Türkiye’nin en verimli ovalarından biri olan İzmir, Menemen Ovasının ortasından, otoyol geçirmek için proje hazırlandığını, otoyolun ovanın 4 bin dönüm arazisini yok edeceğini.

- Otoyolların verimli ovalar içinden geçirilmesinin Türk tarımını yok etme planının bir parçası olduğunu,

- Ovanın içinden geçen karayolları kenarlarındaki bağlardan ihraç edilen üzümlerin, zararlı madde bulunduruyor olmaları nedeniyle iade edildiğini,

- Taşımacılığını %95 oranında karayolu taşımacılığı ile yapan Türkiye’nin, kaza sayısında 195 ülke arasında 12. Olduğunu,

- Trafik kazalarının 4 yıllık zararının, 25 trilyon olduğunu, (2002)

- Yüksek hızlı demiryolunun km maliyetinin 1.4 milyon dolar ömrünün 30 yıl, bölünmüş yolun km maliyetinin 1.5 milyon dolar, ömrünün 15 yıl olduğunu, (Prof. Dr. İlyaz Yılmazer)

- Ankara İstanbul arasındaki yolda yapılan bolu tüneline (25 km) harcanan para ile, Ankara İstanbul arasını 1,5 saate indirecek demiryolu yapılabileceğini, Bu demiryolunun tüm enerji ihtiyacının, Mudurnu çayından karşılanabileceğini, ( Prof. Dr. İlyaz Yılmazer)

- Bolu tünelinin Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde olduğunu, trilyonarca para harcanan bu tünelin soğuk hava deposu olarak kullanılacağını,

- Türkiye’de Avrupa’daki toplam sayıdan daha fazla, otobüs ve kamyon olduğunu,

- Avrupa ülkelerinde, elektrikli trenle yük taşımacılığının en düşük olduğu ülkede,bu oranın % 60 , yolcu taşımacılığında ise en düşük oranın % 80 olduğunu,

- Japonların yaptığı araştırmaya göre, karayolu taşımacılığının, deniz yoluna göre %166 daha pahalı olduğunu,

- 1 km karayoluna yapılacak harcama ile 5 km demiryolu yapılacağını,

- Karayolunda 5 ila 10 birim harcanarak taşınan yükün, demir yolunda 1 birim harcanarak taşındığını,

- Ülkemizde, deniz yolunun yük taşımacılığındaki payının % 0.3 olduğunu, (2002)

- Demiryolu ulaşımının, komünist ülkelerin tercihi olduğunu öne süren Özal’ın, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı yaptığını, (bir benzerinin de yapmak üzere olduğunu )

- Gaziantep Adana arasında 4,5 milyara yapılmış olan çift yolun, günde 25 bin araç trafiği için ekonomik olduğunu, ancak bu yolda günde sadece 2.500 araç trafiği olduğunu,

- İstanbul Ankara arasını 3 saat, Ankara Mersin arasını da 3 saatte alacak olan bir demiryolu yapılsa bunun maliyetinin 4 milyar dolar olacağını,

- 300 milyar dolar olan dünya deniz taşımacılığından, Yunanistan 60 milyar dolar pay alırken, bizim ise 2,5 milyar dolar dahi pay alamadığımızı,

- Batım’dan Hopa’ya bir TIR’ın 3 bin dolar, bir vagonun 2500 dolar taşıma ücreti aldığını, bir vagonun 3 TIR’ın taşıdığı yükü taşıdığını, (2003)

- Ulaşım, enerji, eğitim gibi temel politikaları yanlış olan bir ülkenin kalkınamayacağını,

BİLİYOR MUYDUNUZ?

(http://www.yeniadana.net)

 

Bir müftünün nurcular hakkındaki istihbaratı

Fethiye Müftüsü Mehmet Dirlik, 14 Nisan 1966’da Kaymakamlığa bir yazı gönderdi. Yazıda Fethiye’de Nurcuların Atatürk’ü “teccal” olarak gördüğü, şapka takan herkese “teccalin mikrobu” dediği belirtiliyor. Deccal, dini inanışlara göre kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak olan yalancı ve kötü yaradılışlı kimse demektir. İşte o yazı:

“Müftülük görevini üzerime aldığım tarihten bu yana aşağı yukarı kazaya bağlı bütün köyleri dolaştım. Vatandaşlarla ve köylerdeki din adamları arkadaşlarımızla tanıştık. Hasbıhaller etti bu günki feza devrinde aya ulaşılmaya çalışıldığı bir devirde iptidai ve geri düşüncelerle memleketimizin kalkınıp ileri milletler seviyesine ulaşamayacağını ancak geri değil ileri düşüncelerle bir memleketin kalkınabileceğini ve ilerlemeye dinin engel olmadığını daha yardımcı olduğunu Hazreti Peygamber’in, ‘okumakla ilimle çalışanların ibadet etmiş insanlar kadar muteber olurlar’ sözünü hatırlatarak telkinlerde bulundum.

Fakat kökü taşrada bulunan ve birkaç senedir Fethiye’nin birçok köylerini kapsayan Nurcular, Müslüman dininini kabul etmediği, Mukkades kitabımızda da yeri bulunmayan bambaşka ayrı bir (hatta vatandaşı birbirinden ayıran, ikilik yaratma metodlarla başka bir din yolu takip edilmektedir ve bu durum önlenmediği takdirde bir iki sene içinde bütün Fethiye köylerini kaplıyacak, camilere devam eden hakiki Müslümanlardan bunların yollarına kapılacak, camilerimiz boy kaldığı gibi vatandaşlarımızda, Nurcular ve Teccallar adı altında ikiye ayrılıp önlenmesi çok güç bir durum olacaktır.)

Namus ve şerefimle üzerime devir aldığım vazifemde noksanlık bırakıp ileride günahkâr olmamaklığım için Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Rejimi’nin bir çocuğu olarak ve bu rejime kutsal dinin her türlü baskı ve tazyikten uzak olarak salim bir şekilde gelişeceğine inanan insanlar olarak gerek dinimizin ve gerekse Büyük Atamız ve O’nun kurduğu rejimin korunması bakımından bizzat görüp müşahede ettiğim tehlikelerden birkaçını yüksek bilgilerinize arzetmeyi uygun buldum. Bu büyük tehlikenin önlenmesine ve kandırılmış cahil vatandaşların gittiği yolların yanlış olup doğru yola gitmelerinin memleket millet menfaatlarına rejimin selametine olacağının kendilerine duyurulup inandırılmasına delaletlerini dilerim.

1. Nurcular Büyük Atatürk’e (Teccal) olarak bakarlar ve Teccal doğdu, öldü, bıraktığı mikropların temizlenmesi icap eder düşünce ve kanaatındadırlar. Ata’nın bıraktığı mikroplar şunlardır: Bütün inkilapları mikrop olmakla beraber başlıcaları şunlardır: Şapka giymek teccal icadıdır. İlkokul öğretmenleri ve münevver gençlik teccalın elemanları ve baş mikroplarıdır.

2. Mevcut kanunlarımız tamamen Teccal kanunudur. Bunların yerini şeri kanunlar almalı ve şeri kanunlara göre evlenmek icap eder diyorlar. (Hatta medeni kanuna göre yapılan nikahlı ailelerden vazgeçmişler aile hayatını terk etmişlerdir, bekarları da asla evlenmiyorlar.)

3. Cuma namazlarını camilerde diğer Müslüman vatandaşlarıyla birlikte değil kendi intihap edecekleri ve ettikleri yerde herhangi bir günde kılmaktadırlar.

4. Ramazan oruçlarını devletin resmi ilanından başka günlerde tutarlar ve Ramazan bayramı namazlarını Müslümanların kıldığı günden üç dört gün evvel kılarlar.

5. Kurbanlarını Kurban Bayramı’ndan üç dört gün evvel keserler.

6. Şapka giymezler. Teccal icadıdır diye ve böylelikle hem Nurculuklarını ispat ederler ve hem de şapka, kıyafet kanununa aykırı hareket ederler.

7. Karşılarından başı şapkalı bir vatandaş geldiği takdirde ona selam vermezler, Teccalın mikrobu derler.

8. Bugünkü rejimin dinsiz ve Teccal rejimi diye bakarlar ve devlete vergi ödememek için ancak kendi geçimlerini temin edecek kadar çalışırlar. Çünki onlara göre dinsiz hükümete vergi ödenmez ancak şeri hükümete vergi ödenirmiş.

9. Müritleri Said Nursi’yi Hazreti İsa olarak tanırlar ve İsa’nın dünya yüzünden yer yüzüne indiğini iddia ederler.

10. Şapka giymemek için saçlarını uzatırlar ve her gün sakal traşı yaparlar. Çünki müritleri her gün traş olurmuş.

Gayeleri Atatürk rejimini kökünden yıkmak ve yerine kendi arzuladıkları bir rejimi kurmaktır. Bunda muvaffak olabilmek için peşinen vatan sathına yayılmak ve ikilik çıkarmak ekseriyeti aldıktan sonra arzuladıkları idareyi kurmak için teşebbüse geçmektir. Nitekim bizim Fethiyemizde durum tehlikeli bir şekil almıştır. Mesela; (Kadıköy, Çamurköy, Güneşli Köyü, Gebeler, Alaçatı, Ören ve Ceylan köylerinde Nurcular ekseriyeti almış, elemanları şehir kıyılarına yerleşmiş kolları ise bütün köylerde cahil vatandaşları kandırarak Nurcu yapmaktadırlar. Fethiye’de İsmail Dalamanlı isminde bir ayakkabı ustası ile Fethiye’nin Tuzla mevkiinde oturur, Alaçatı köyünden Mustafa Aydın ve oğlu Necati Aydın ve gene Alaçatlı Haçı Sadık Aydın ve isimlerinin tespitine imkan bulamadığım birçok Alaçatılı ve diğer köylerden müritler ve Zorlar köyünden Yusuf Tanış ismindeki şahıs baş mürit olarak merkez gözü ile baktıkları Adapazarı’ndaki ve Mehdi olarak tanıdıkları Yakup ismindeki şahısla münasebet temin ederek teşkilatlarını kuvvetlendirmektedirler.

Sevgili vatanımızın ve milletimiz ve cumhuriyet rejiminin ve bu rejimin yaratıcısı Büyük Atatürk ve O’nun inkılapları ve milletteki atatürk sevgileri için durumu tehlikeli gördüğümden önlenmesi için yüksek ittilalarınıza saygılarımla arz eder gereğinin yapılmasını dilerim.”

(http://www.haber10.com)

 

Doğu Perinçek deşifresi

Doğu Perinçek gençliğinde sağcıydı. Babası Sadık Perinçek Süleyman Demirel’in sağ koluydu. Yani, Perinçek “dün dündür bugün ise bugün” çizgisine sahip politik bir gelenekten gelmektedir.

Aydınlık’ın PKK ile ilişkisine de bu oportünizm hakim olmuştur.

1) Aydınlık hareketi, 1970′li yıllarda PKK ile mücadele etti. Bu uğurda Aydınlıkçılar canlarını verdiler.

2) 12 Eylül 1980′den sonra Aydınlık hareketi özeleştiri yaptı. PKK’ya yakınlaştı.

Bu yakınlık öylesine sıcak dialoglara döküldü ki, Aydınlıkçılar yayın organları 2000′e Doğru’da, “gerillalar komutan kaçırdı” gibi propağanda kokan yalan haberler bile yaptılar.

Ödüllerini de aldılar: Öcalan başta Doğu Perinçek olmak üzere üç Aydınlıkcı’nın SHP listesinden TBMM’ye girmesini teklif etti.

Ancak Perinçek daha çok milletvekili istedi. Anlaşamadılar.

3) 1990 yılların ikinci yarısından sonra Aydınlık ile PKK arasında soğuk rüzgarlar esmeye başladı.

4) Son yıllarda Aydınlık, PKK’ya tıpkı 1970′li yıllarda olduğu gibi savaş açtı.

Şimdi gelelim meselenin Uğur Mumcu’yla ilişkisine: Uğur Mumcu öldürülmeden önce “Öcalan-MİT” ilişkisini araştırıyordu. O dönemde Perinçek, Öcalan’a Bekaa’da kırmızı karanfil veriyordu.

Mumcu, Öcalan MİT ilişkisi konusunda Cumhuriyet’te bazı makaleler yazdı. Mumcu’nun, Öcalan’la ilgili yazdıklarına en büyük tepki kimden geldi dersiniz; Doğu Perinçek’ten! Yayın organı 2000′e Doğru dergisinde Mumcu’yu, CIA-MOSSAD ajanlığı ile itham etti. Perinçek’i bu kadar öfkelendiren neydi biliyor musunuz? Mumcu’ya göre Öcalan Aydınlık’ın (o dönemdeki adı şafak’tı) bildirilerini dağıtırken, yakalanmış ve bu dönemde MİT tarafından “devşirilmişti”.

Uzatmayalım, gelelim bugüne:

Doğu Perinçek ve Aydınlıkcılar, Mumcu’nun doğru yazdığını söylüyorlar. Aydınlık’ın son sayısında Uğur Mumcu’ya övgüler düzüyorlar!

Rahmetli Mumcu, Perinçek ile aynı çizgide buluşmaktan memnun mudur bilenmez.

Bilinen; Mumcu’nın yaşadığında, “Öcalan’ın MİT ile ilişkisi neden Aydınlıkcıları rahatsız ediyor” sorusuna yanıt bulamadığıdır.

Sahi 1990′lı yılların başında Öcalan’ın istihbarat ilişkilerinden rahatsız olan Aydınlık bugün neden “PKK’yı MİT kurdu” diye haber yapmaktadır.

Siz siz olun Perinçek’in ne dediğine değil, ne demediğine bakın!

PERİNÇEK’İN 2000′E DOĞRU DERGİSİNDEN BİRKAÇ BAŞLIK

2000′e Doğru Dergisi PKK’nın yayın organı mıydı?

Öyle olmadığını söyleyeceksiniz.

Peki neden PKK’nın ‘psikolojik harp merkezi’ gibi çalıştınız?

Sadece soruyoruz: 2000′e Doğru Dergisi’nde bu haberleri neden yaptınız?

-Türk askerleri Cudi de kimyasal silah kullanıyor (23.Temmuz 1989)

-PKK ordulaşıyor: Doktor Baran, komando taburuna meydan okuyor: “Gelin buradayız” diyor. Karakol komutanı erzaklarını PKK ile paylaşıyor. (6 Ağustos 1989)

-“Dağlarda Gerilla barınmayasın” diye Ordu, orman yakıyor (3 Eylül 1989)

-Öldürülen PKK gerillaları efsaneleşiyor, kimse öldüklerine inanmıyor. ( 24 Eylül 1989)

-PKK kamp komutanları anlatıyor: Hedefimiz çocuklar değil (3 Aralık 1989)

-Nusaybin’de Kürt intifadası ( 18 Mart 1990)

-Gerillalar Onbaşı’yı dağa kaldırdı (1 Nisan 1990)

-Hakkari’nin küçük generalleri ( 21 Mayıs 1990)

Bu haberlerin yanı sıra 2000′e Doğru’da, Abdullah Öcalan tıpkı Atatürk’ün Kocatepe’deki fotoğrafına benzetilerek dağda çekilmiş fotoğrafına yer verildi. (22 Ekim 1989)

Ayrıca bugün medyanın gündeminde olan PKK’lı Yücel Halis cezaevinde olduğu 1991 yılında, 2000′e Doğru aracılığıyla dağdaki teröristlere mesajlar gönderdi. ( 1 Eylül 1991)

Uzatmayalım bu durum 20 Ekim 1991 seçimleri öncesine kadar devam etti. Dergi o dönem Kürtlerin partisi HEP ile ittifak yapabilmek için kolları sıvadı ve haber yapmaya başladı.

(Soner Yalçın)

 

MİT’çi eleman Meclisi bile kandırmış

Tam 10 yıl önce TBMM Susurluk Komisyonu, ifadesine başvurmak için MİT görevlisi Mete Günyol’u davet etti. Günyol, 1965-1986 arasında MİT’in İstanbul Bölge ve Dış İstihbarat Başkanlığı’nda aktif olarak çalışmış devlet görevlisiydi. O tarihte hakkındaki iddia şuydu: Abdullah Çatlı’yı ASALA eylemlerinde kullanmak üzere yurtdışına gönderen ‘Mete Bey’ kod adlı MİT görevlisi. Çatlı’nın eşi Meral Hanım’ın 22 Ocak 1997 günü Susurluk Komisyonu’na verdiği ifade, bu şahıs üzerindeki şüpheleri arttırmıştı. Meral Çatlı şöyle demişti: ‘Bize Fransa’da Mete Ağabey denilen kişi yardım ediyordu. Bir haftalığına Türkiye’ye geldiğimde de yardımcı oldu. Eşimle birlikte yurda dönünce yine Mete ağabey bize ev temin etti, yurt dışına sahte pasaport ile çıkmıştım. Bu pasaport ile İstanbul’dan uçağa bindirilip Viyana’ya gittim. Mete Ağabey denilen kişinin konuşma ve tavırlarından asker olduğunu düşünüyorum.’

Ve Günyol, 2 Mart 1997 günü Meclise geldi ve şöyle dedi: ‘Ben devletin bazı kişileri ASALA veya PKK’ya karşı kullandığını bilmiyorum. MİT, Abdullah Çatlı gibi insanları operasyonlarda kullanmaz. Abdullah Çatlı, Oral Çelik gibi kişileri tanımam.’

Komisyon Başkanı Mehmet Elkatmış ve üye Fikri Sağlar ısrar ediyor: ‘Mete Bey’ kod adı ile Çatlı’yı yurt dışına çıkaran, pasaport temin eden siz misiniz?’ Mete Günyol’un cevabı: ‘Mete Bey’i tanımam.’

Yani o zaman, ‘O Mete Bey, ben değilim’ diyor. Ya şimdi?

Ercan Çitlioğlu’nun ‘Ölümcül Tahteravalli’ kitabı için konuşan Mete Günyol, 10 yıl sonra bakın ne diyor: ‘Viyana’da bir kahvehanede buluşarak konuştuk. Bize çevreyi bilen, devletle ilişkili olmayan, rahat hareket edebilecek, ülkesine bağlı, çıkarlarını düşünmeyen, ketum insanlar gerekiyordu. Çatlı’nın geçmişini ve dosyasını biliyorduk. Daha ziyade istihbari ve lojistik anlamda görev teklif ettim. Kabul etti.’

Daha sonra? Mete Bey devam ediyor: ‘Fransa’ya yerleşmesini sağladık. Kontrolümüzde iken hiçbir yanlışını görmedim. Görevi bittikten sonra da bir kez görüştüm. Benim gerçek kimliğimi hiçbir zaman bilmedi. Bana ‘Albayım’ derdi, çünkü beni askerlikten ayrılmış sanıyordu.’

23 yıl aktif istihbarat elemanı olarak çalıştıktan sonra MİT İstanbul Bölge Başkanlığı’ndan emekli olan Nuri Gündeş de Susurluk Komisyonu’nda ASALA’yı kendi iç çekişmesinin bitirdiğini açıklamış, Can Dündar’ın NTV’de sunduğu programda derin devlet tartışılırken ASALA’yı kendilerinin bitirdiğini söylemişti.

Cevabını aradığım soru şu: Görevdeyken her türlü yalan mubah ise yapılan resmi açıklamalara nasıl inanacağız?

(http://www.netpano.com)                                                                               

Önceki                                                                                                                              Sonraki

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol