|
|
 |
Siyasi Bilgiler 6 |
‘DERİN HABER’ Türü İçerikler
Fabrikatör yardımcısı Ceyhan Mumcu
Tür: DERİN HABER
Rahmetli Uğur Mumcu tanıdığım en iyi araştırıcı gazetecilerden biriydi. Sadece araştırıcı değil, dürüst, ciddi, güvenilir bir kişiydi. Hala da meslektaşları arasında yerini alabilecek nitelikte birisi çıkmadı.
Onun gölgesinde kalmış, ne yaptığını bilmeyen bir ağabeysi var. Ondan bahsederken Uğur Mumcu’nun ağabeysi Ceyhan Mumcu diyorlar. Hem İşçi Partisinin, hem de İşverenler Sendikasının avukatı.
Avukat ama, dedikodu yazarı gibi ne duyarsa inanıyor, inanmakla da kalmıyor, çok bilmiş bir eda ile yalan yanlış bilgileri etrafına servis ediyor.
Kalkmış, Türkiye’nin en büyük yalan haber üreticisi Fabrikatör Doğu efendinin yardımcısı olmuş.
Ya saf, ya da ne bileyim bir arızası var.
Geçenlerde ismini açıklamak istemediği bir kişi buna, “Yakında Türkiye’de kan gövdeyi götürecek. Sizin ve Uğur’un eşi Güldal Mumcu’nun hayatından endişe ediyoruz. Başka isimlere de saldırı düzenlenebilir. Bu işi İran’la Türkiye’yi kapıştırmak için MOSSAD yapacak” demiş. Bizim Ceyhan Mumcu hemen basın toplantısı yapıp tehlikeyi haber vermiş.
Haber sanki Perinçek grubunun ürettiği sahte MİT raporuna benziyor, ismi verilmeyen kişi de muhtemelen aynı gruptan.
Hani Sönmez Köksal imzalı, İsrailli Ganda birliği komandolarının botla gelip Uğur Mumcu’yu öldürdüğünü iddia eden uyduruk rapor.
Sahte raporu kim, niye hazırlar?
Cinayet konusunda bilgisi olan, istihbarat ve propaganda konusunda uzman olan kişi veya kişiler, dikkatleri esas hedeften çekmek, zihinleri bulandırmak için hazırlar.
Perinçek bu işlerin uzmanı.
Aydın Doğan’la tavla oynayan mimarı, uyuşturu kaçakçısı Hüseyin Duman diye takdim eden, TBMM’de dahi bunu delil diye sunan, “Çiller Özel Örgütü” adlı kitabında yayınlayan o değil mi?
Fabrikatör bu sefer belgelerle, şemalarla, resimlerle yakalandı.
Bakalım ne pislikler ortaya dökülecek.
Fabrikatörün yardımcısı Ceyhan Mumcu başkanını aratmıyor. “Ergenokan davasında yargılananların Uğur Mumcu suikastınla bir ilgisi yoktur. Uğur Mumcu davasında Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ve Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün sanık olmaları gerekirdi” diye beyanat vermiş.
Neden sanık olmaları gerekirdi?
Orası belli değil.
O artık önemli bir kişi, Fabrikatör’ün yardımcısı.
Birkaç söz söylemeli.
Hürriyet gazetesinin, Ergenokon’cular arasında ismi çıktığı için Şenkal Atasagun’a fena halde bozulan Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, “bu önemli habere” gazetesinde yer vermiş,
Normal, bunu senelerdir yapıyor.
Ceyhan Mumcu’nun bir değişik versiyonu olan köşe yazarı Yalçın Bayer de konuya kendi köşesinde ayrıca yer vererek, “Ceyhan Mumcu’nun, yaptığı açıklamalarla güne damgasını vurduğunu” belirtmiş. Onun köşesine de böyle haberler yakışır.
Şimdi, bu aptalca iftiranın her tarafı sakat.
Sönmez Köksal, Uğur Mumcu suikastı sırasında henüz 4-5 aylık, MİT Müsteşarıydı. MİT’i daha yeni öğreniyordu.
O tarihte MİT’te Kontr Terör Daire Başkanlığı diye bir ünite yoktu.
Ayrıca ben de görevde değildim. Antalya’da buz fabrikası işletiyordum.
Bir Avukat, bir hukuk adamı lafını ölçerek konuşmalı
Herhalde böyle yetersiz bir ağabeyi olduğu için rahmetli Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur.
Ertuğrul Özkök, Şenkal’ın Ergenakon listesinde neden yer aldı?
Belki önümüzdeki günlerde onu da çözeriz.
(Mehmet Eymür, 10-2008)
Kürt sorunu neden çözülsün istenmez?
Tür: DERİN HABER
Abdullah Öcalan’ın son günlerde basına yansıyan bazı açıklamaları kafalardaki soru işaretlerini artırmaya devam ediyor. Öcalan 2000 yılında PKK’nın askeri güçlerinin tamamının Türkiye’yi terk etmesi çağrısında bulunmaya niyetlendiğini ama İmralı’ya gelen Genelkurmay yetkilisinin kendisine hepsinin Türkiye’den çıkmasının yanlış olduğunu söylediğini avukatlarına söylüyor.
İki kişi arasında geçtiği ifade edilen bu sözlerin doğru olup olmadığını bilemeyiz. Ancak, ‘Kürt sorunu’nun siyaseten çözülmesini istemeyen güçlerin her iki tarafta da olduğu konusunda bir kuşkumuz yok. Çünkü ‘savaş’ ve ‘çatışma’ ortamı denetlenemeyen bir rant sistemi yaratıyor.
Uyuşturucu kaçakçılığından, silah kaçakçılığına uzanan bir dizi yasadışı işlerin Güneydoğu’da yıllarca rahatça yapılabildiğini herkes biliyor. Şimdi ne kadarı devam ediyor, devam ettirilmek isteniyor, bunu bilmemekle birlikte, rantçıların çatışma ortamının devamından yana olduklarını istediklerini söyleyebiliriz.
‘Kürt sorunu’ son 25 yılımıza damgasını vuran ve bundan sonraki yıllara da damgasını vuracak büyük ve kapsamlı bir sorun. Üstelik artık bir iç sorun olmaktan çıktı, bölgesel, hatta evrensel bir karakter kazandı. “Türkiye, ABD ve Irak PKK’nın terörist bir örgüt olduğu konusunda tam bir fikir birliği içindedirler” cümlesi bile konunun ne kadar geniş bir alana yayıldığını gösteriyor.
25 yıldır süren bu ‘düşük yoğunluklu savaş’ın artık bölgede bir ‘alışkanlık’ haline dönüştüğünü unutmamak gerekiyor. Bazı kesimler artık bu ortamın içinde kendilerine bir yer buluyorlar, bir rant sisteminin olanaklarını kullanıyorlar.
Bu rant sisteminin yalnızca ekonomik bir rant olduğu düşünülmemeli. Ekonomik ranttan daha önemlisi siyasi rant. ‘Savaş’ devam ettiği sürece Türkiye’de gerçek bir demokratik iktidar kurmanın mümkün olmadığını yaşadığımız süreç içinde öğrendik. Siyasetçiler, hemen tamamı ilk işbaşına gelince ‘Bu işi ben çözerim, çözebilirim’ sözleriyle çalışmalara başlıyorlar.
Sonra adım adım onlara ‘bazı gerçekler’ kavratılıyor. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan bu acı gerçekle önce ‘Şemdinli olayı’nda yüz yüze geldi. Durumu idare edebileceğini sandı, sonra ‘askeri çözüm’ dışındaki çözüm düşüncelerinin ne kadar zor olduğunu anladı.
Bunun üzerine diğer siyasetçilerin yaptığı gibi ‘Doğu’ya yatırım’ projeleri geliştirmeye girişti. Bu aslında eskilerin deyimiyle bir ‘yan çizme’nin ifadesiydi. Bununla yetinmeyip çözümü, DTP’yi Güneydoğu’da yenmeye endeksledi.
Tabii, rant siyaseti tek taraflı mümkün değil. PKK’nın da bu rantı duruma uygun şekilde kullandığını görüyoruz. PKK şiddeti, devletten aynen karşılık aldıkça gelişiyor ve kalıcı hale geliyor.
Savaşın rantını savaşanlar yer. Barışın kazancı ise barış isteyenlerin olur. Kürt sorunu asıl olarak bir askeri sorun değildir. Bunu böyle kabul etmedikçe atılacak bütün adımlar başarısızlığa mahkûmdur. ‘Kürt sorunu’ asıl olarak bir siyasi sorundur. Bu nedenle çözümü de ancak siyasiler üretebilir.
Bu gerçekten kopan veya kopmak zorunda kalan bütün siyasiler, siyaset sahnesinden silinip gittiler. Geriye ‘askeri çözüm’ diyenler kaldı. Şimdi kritik bir eşikten geçiyoruz.
Siyasilerin (buna iktidar ve muhalefet partileri dahildir) net bir karar vermeleri gerekiyor. Bu konuyu çözme ehliyeti onların elindedir. Bunu askere de anlatmalı ve anlamalarını sağlamalıdırlar. Asker asıl ‘çözücü’ konumda kaldığı sürece, PKK gücünü koruyacaktır. Siyasetçi öne çıkınca PKK’nın da etkisi azalacaktır.
Etki tepki meselesi.
(Oral Çalışlar, Radikal, 2008)
Ergenekon istediklerini öldürüyordu
Tür: DERİN HABER
MİT’in derin isminden Veli Küçük ve Mehmet Ağar hakkında ağır iddialar. MİT Kontraterör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Veli Küçük’ün emekli olduktan sonra MİT, Dışişleri ve askeri yetkililer tarafından Azerbaycan ve K.Irak’taki faaliyetleri nedeniyle ikaz edildiğini söyleyen Eymür, “Hatta korumaları alındı. Lojmandan çıkarıldı. Ben de kendisini uyardım” dedi.
İstediklerini öldürüyorlardı
Küçük’ün, Cem Ersever öldürüldüğünde “Beni de öldürebilirler” diye bir korku dönemi yaşadığını ifade eden Eymür, “Ama öyle söylemesi de gerekmiş olabilir” şeklinde konuştu. Eymür, Abdullah Çatlı’nın MİT’e çalıştığını aynı zamanda uyuşturucu işi içinde olduğunu da söyledi.
Bu grubun kontrolleri dışında olduğunu ifade eden Eymür, “İstedikleri kişiyi öldürebiliyorlardı” dedi. Ergenekon adını ilk kez 2001’de internette bulduğunu anlatan Eymür, Ergenekon davası ile Deniz Feneri davasının da gizli servis operasyonu olduğunu iddia etti.
AĞAR HAKKINDA AĞIR İDDİALAR
Eymür Ağar’la ilgili şöyle konuştu: Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesinden sonra Ağar bana ‘Bu tosunları Azerbaycan ve Güneydoğu’ya göndereceğiz’ demişti. MİT’de çalışan Tarık Ümit’i yine devlet içindeki bir grup İbrahim Şahin’le görüştüreceğiz diye götürdü ve öldürdü. Uyuşturucu kaçakçılarından öldürülmeme karşılığı para alınıyordu. Bu paraların bir kısmı İbrahim Şahin’e gidiyordu.
Susurluk çetesi işadamlarına ‘Sen ölüm listesindesin’ deyip para istiyorlardı. Kaza olmasaydı bu grup devleti ve siyaseti ele geçirecekti. O yüzden Ergenekon operasyonu önemli. Ergenekon’da başka gözaltılar olabilir. Bence hakiki bir örgütlenme bu kadar kısır olamaz. Bunun daha geniş olması gerek. Siyasilere de uzanabilir.
AĞAR CEVAP VERDİ: DEVLET İSTESİN KONUŞAYIM
Mehmet Ağar, MİT Kontrterör Dairesi eski Başkanı Eymür’ün Susurluk ve Ergenekon ile ilgili suçlamalarına sert cevap verdi. Eymür’ün “Topal cinayetinden sonra Ağar’la konuştum. ‘Tosunları G. Doğu’ya göndereceğim’ dedi” şeklindeki sözlerini değerlendiren Ağar, o dönemdeki faaliyetleriyle ilgili muhatabının MİT olduğunu belirterek ‘Devlet isterse konuşurum’ dedi.
ERGENEKON’A YAMAMAK İSTİYOR
Eymür’ün kendisi tarafından muhatap alınması için çok gayret sarfettiğini kaydeden Ağar, şöyle konuştu: “O arkadaş Ergenekon’dan tanıdığım birisini bulup da bana yamamak için çok özel bir gayret içinde. Kendisini muhatap almam için bunları yapıyor. Ama muhatap almayacağım. Benim bu saçmalıklara verecek bir cevabım yok.”
(www.aktifhaber.com, 10-2008)
Derin devlet 33 askeri PKK’ya öldürttü
Tür: DERİN HABER
Kürt araştırmacı yazar Ümit Fırat ilk kez Taraf’tan Neşe Düzel’e konuştu: 23 Mayıs 1993 günü hükümet affı konuşacaktı, o gün PKK’ya Bingöl’de 33 askeri katlettirdiler, af işi bitti. Kürt meselesinin çözümünü engellemek için Ergenekon tarzı ilişkilerin hep devrede olduğunu söyleyen Fırat, Bingöl katliamını örnek gösterdi: Yanlış istihbaratla 33 tezkereci askeri PKK’ya öldürttüler.
Fırat ‘Cumhurbaşkanı Demirel’in katılacağı ilk hükümet toplantısıydı af konuşacaktı. PKK’ya o gün, sizi vurmaya özel bir birlik geliyor, bilgisi gitti. Katliam oldu bir daha hiç af konuşmadı’ dedi.
25 Mayıs 1993… Bakanlar Kurulu ilk kez gerçek bir af için toplandı. O gün derin devlet PKK’ya sahte bilgi verip 33 erin öldürülmesini sağladı. 17 yıl geçti bir daha çözüme hiç bu kadar yaklaşılmadı.
Genelkurmay Başkanı Diyarbakır’a gidiyor. Oda ve dernek temsilcilerini toplayıp sohbet ediyor. Van’da sokakta yürüyor. Başbakan Erdoğan bölgeye gidiyor, kepenkler iniyor.
Öcalan, ‘2000’de tüm birliklerimi ülkeden çıkartacaktım ama İmralı’ya gelen bir komutan bunu yanlış buldu’ diyor. Nitekim AB işi hızlandı, 2003’te çatışma yine başladı.
(http://www.bugun.com.tr, 2008)
Bir başka açıdan Ergenekon olayı!
Tür: DERİN HABER
Aslında daha önce de yazdım. Bu bir iç hesaplaşma olayı. Yoksa bu işler bir anda durup dururken olmadı. Susurluk, Çiller’i iktidara taşıyanlara karşı derin bir müdahaleydi aslında. Bu günkü Ergenekon da Susurluk’un intikamı. Evet “Ergenekon davası, Susurlukçuların, Susurluk’u ortaya çıkaranlardan intikamıdır.” Bu “Ergenekoncuların masum olduğu” ya da “Ergenekonculara yapılan operasyonun yanlış olduğu” anlamına gelmiyor. Bu durum derin devletin kendi iç hesaplaşması, bir grup ötekileri tasfiye ederek bu yapıyı yeniden dizayn etmek istiyor. Bu fraksiyonları destekleyen dış unsurlar da var. Yani bunun anlamı şu: Türk derin devletini ele geçirmek ve karşı kanatları tasfiye etmek için Türkiye üzerinde ciddi bir operasyon sürüyor. Bu tartışmada ben nerede duruyorum: Ben bu kanlı ve kirli örgütün, tümü ile tasfiye edilmesinden yanayım.
Bu yapıyı ABD kurdu. NATO yönetiyordu. NATO çözülünce, batıdaki bu yapılar tasfiye edildi. Türkiye’deki ise kontrol dışı kaldı. Kontrol dışı unsurlar kendi içinde çatışmaya başladı. Sistemin içinde media, mafia, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK, DTÖ, asker, sivil herkes var. Kadrolu şeyhler, hocalar, müftüler, ilahiyatçı proflar.. Olmayanı yok ki!
Bu yapı dünya derin devletinin bir uzantısı. 1950 sonrası NATO yapılanması içinde reorganize edilmiş olsa da, Osmanlı İttihat Terakkisi’nden Cumhuriyet elitlerine, Beyaz Türklerle, Masonik örgütlere kadar herkesin işin içinde olduğu bir yapı vardı. O zaman da bu yapı, dünya sistemi ile temas içindeydi. İngiliz, Fransız, Amerikan unsurları ağırlıktaydı. Siyonist ve Masonik örgütler üzerinden, Tapınakçılara kadar uzanan bir tarihi derinliğe sahipti.
Lozan bu sistemin ürünü idi aslında.. Tek Parti rejimi de, çok parti rejimi de, darbeler de aynı merkezin bilgisi altında gerçekleştirildi. AB süreci de böyle başlatıldı. Ergenekon hesaplaşmasının derinlerinde bu olayların izlerini görebilirsiniz.
Yakın tarihe gelelim. Gelinen noktada Apo ile Yeşil’in sistem içindeki sadece rolleri farklı. Apo’nun rolü kötü adamı oynamak. Daha doğrusu Komkar ve Rızgari’yi tasfiye için örgütlenmiş bir antikürt hareketi, Kürt milliyetçiliğinin lideri oldu. Bu Moiz Kohen’in, Tekinalp adı ile Türk milliyetçiliğinin fikir babası olması gibi bir şey. Ya da Ziya Gökalp gibi bir Kürdün, Türk milliyetçiliğinin esasları(?!)nı yazıyor olmasından farklı değil. Ama “tabi”ler bazı gerçekleri görmek istemiyorlar. Bizde bazen örgüt, lider, aile, ırk, tarikat, şeyh bağlılığı o hale geliyor ki, insanlar herkesin gördüğü gerçekleri görmek istemiyorlar. Tabiî o zaman da görmek istemeyenden daha kör kim olabilir. Görmeleri şöyle dursun en küçük eleştiriye ya da lider ve örgütlerine karşı saygı ifade eden sıfatları kullanmasanız bile tepki gösteriyorlar.
Hani bir zamanlar PKK’nın haraç aldığı Kürt işadamlarının listesi vardı. Bu liste MİT raporuna da yansımıştı. Tansu Çiller elindeki bu listeyi sallayarak: “Liste elimizde, hapsini biliyoruz, gereğini yapacağız” demişti ya. “Ölen de, öldüren de, öldürülen de bizim adamımızdı”. Öyle diyordu Çiller ve bu kadroları selamlıyordu.. Ve gereği yapıldı: Listede adı bulunan Kürt işadamları teker teker öldürülüp Hendek-Düzce civarındaki “Şeytan Üçgeni”nde yol kenarlarına bırakıldılar. İddiaya göre sağ kalan Kürt işadamlarından haracı bu katiller almaya başladı. O zamanlar Perinçek “Çiller Özel Örgütü” diye bu yapıdan sözetti. Bu kanat o kanada savaş açmıştı. Susurluk’taki kaza, sıradan bir kaza değildi.. Ucu Ergenekon’a uzanan bir hesaplaşmaydı sanki.
Susurluk’taki kaza bu örgütü ortaya çıkardı. Şimdi Ergenekoncular soruyor: “Madem Ergenekon “derin devlet”, sanıkların içinde Susurlukçular niye yok? Bu cinayetlerden sorumlu olmaları gereken sorumlu mevkilerdeki kişiler neden yok? Tansu Çiller neden yok? Mehmet Ağar neden yok? Korkut Eken neden yok? Mehmet Eymür neden yok? Sedat Bucak neden yok? Meral Akşener neden yok? Dr. Orhan Özcanlı neden yok? Susurluk’u ortaya çıkaranlar neden Ergenekon’dan tutuklu? Doğu Perinçek, Ferit İlsever, Hikmet Çiçek, Adnan Akfırat neden tutuklu?”
Sahi, Ergenekon davasında Susurlukçular neden yok? 1993 yılında MİT hükümete bir rapor sunmuştu hani. Peki sonra ne oldu?. Şu sorunun da cevabını düşünün: Susurluk’ta sokağa dökülenler, Ergenekon konusunda neden seslerini kısıyorlar?
Bakın bir de işin Amerika boyutu var. Amerika artık yoluna ılımlı İslâmcılarla devam etmek istiyor.. Sarışın ya da Beyaz Türkler kıskançlık histerisine kapıldılar. Hadise bu. Bu gün “Demokrat(mış)” gibi yapanlar, yarın ipler eline geçince siyasi rakiplerine karşı dişlerini gösterirlerse şaşmamak gerek.
Ergenekoncular operasyonun sadece kendilerine karşı yapılmasından rahatsız. Onun için ötekiler hakkında bilgi sızdırmaya başladılar. Karşı taraf da Ergenekoncular hakkında veryansın ediyor. Gerçekse ikisinin de açıkladıklarının toplamından çok daha vahim!
Oysa bunlar, daha düne kadar ABD’nin örgütlediği bir çatı altında birlikte çalışıyorlardı.. Şimdi 40 parçaya bölündüler ve kendi aralarında hesaplaşıyorlar.. ABD derin devleti de Türkiye’de “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” mantığı ile, kontrol dışı unsurları tasfiye ederek “sadıklar”dan oluşan, bu defa daha küçük, kontrol edilebilir, denetlenebilir, yönetilebilir, işin içinde ılımlı İslâmcıların da olduğu yeni karma bir yapı oluşturmaya çalışıyor bu arada.
Bir Ergenekoncu mail atmış, diyor ki: “Şimdi diyeceksiniz ki, Ergenekon’da Veli Küçük niçin var? Cevabı çok basit. Diğerleri gibi Amerikancı değil de ondan! Eşref Bitlis suikastından sonra muvazzaf bir general, muvazzaf albayların önünde açıkladı: “Eşref Bitlis’i Amerika öldürdü” diye. Bu haber, generalin ismi verilmeden yayımlandı. Veli Küçük Ergenekondan tutuklandığı zaman, Doğu Perinçek açıkladı, “O general Veli Küçük idi” diye. Org. Karadayı, Susurluk olayını açığa çıkarmak için uğraştı. Bunun için Veli Küçük ile işbirliği yapıldı. Veli Küçük sayesinde çete açığa çıkarıldı. Onun için Veli Küçük tutuklu. Çiller, Ağar, Eken ve diğer tescilli Amerikancılar onun için tutuklu değil. Gladyo’nun, Susurlukçuların suçları, Gladyo’ya, Susurluk’a karşı mücadele edenlerin üzerine yıkılmak isteniyor” diyor.
Al birini vur ötekine!. “Tencere dinin kara, seninki benden kara” hesabı. Eski ortaklar, şimdi suçu birbirinin üzerine atıyorlar, sonuçta! Şu iddiayı da yabana tatmayın! Ergenekon davası, Susurlukçuların, Gladyo’nun açığa çıkarılması için değil, bu ekibin rakip takımı tasfiyesi ve kendi ellerini güçlendirmek adına ve kendilerini gizlemek için yapılıyor olmasın sakın! Tek başına sınırlı bir Ergenekon soruşturması bu dev yapıyı anlamak ve tasfiye etmek için yeterli değil. Birileri Ergenekon davası üzerinden “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” kabilinden karşı tarafa mesaj vererek, onları kontrol altına almak istiyor. Eğer bu beladan kurtulmak istiyorsak, Ergenekon davası bir başlangıç olabilir, ama bu işin sonunu getirmeye yetmez. Ergenekon davasının doğru yönde ileri doğru bir adım olduğunda kuşku yok. Ancak tek başına bu adım çok da anlamlı olmayabilir. Bana göre önümüzdeki günlerde çeteler arası sıcak bir savaş başlarsa şaşmamak gerek.
Selam ve dua ile.
(Abdurrahman Dilipak, Vakit, 10-2008)
Ergenekon’un kutsal kitabı
Tür: DERİN HABER
Tutuklu sanıklardan Kuvayı Milliye Derneği genel başkanı emekli Albay Fikri Karadağ’ın talimatıyla hazırlanan Ergenekon’un kutsal kitabına göre namaz iki vakit. Zina ise suç değil.
Amacına ulaşmak için suikast da dahil her yolu mubah sayan Ergenekon, diğer terör örgütleri, mafya ve medyayı kullanmakla yetinmemiş. Örgüt, dine de el atmış ve kendilerine göre yeni bir kutsal kitap hazırlatmış. Örgütün yeni kitabı Kuvayı Milliye Derneği Genel Başkan Yardımcısı Burhan Omay tarafından yazılıyor. Kitabın yazılması talimatını ise derneğin tutuklu genel başkanı emekli Albay Fikri Karadağ veriyor.
Ergenekon’un bir diğer tutuklu sanığı Semih Tufan Gülaltay’ın bilgisayarından çıkan ve iddianame eklerinden 232. klasörde yer alan notlar arasında, Fikri Karadağ’ın namazı iki vakte indiren ve Kur’an’da başörtüsü olmadığını iddia eden bir kitap hazırlığından söz ediliyor. Toplam 7 ciltlik metni CD’lerde kayıtlı bulunan bu kitabın ilk cildinin “Burhan Omay Müftütorunoğlu” adlı yazar ismiyle bin adet basıldığı, ancak dernek yöneticisi Fikri Karadağ’ın hapse girmesi nedeniyle matbaada kaldığı, piyasaya sürülemediği öğrenildi. Fikri Karadağ, basılan ancak dağıtılamayan bu kitaba önsöz yazdı. Matbaa sahibi, parasını alamadığı için kitapları Burhan Omay’a teslim etmiyor.
Ergenekon’un ‘kutsal kitabı’nı hazırlatan Fikri Karadağ (ortada), aynı soruşturmada tutuklanan (soldan sağa) Kuddusi Okkır (öldü), Oktay Yıldırım, Hüseyin Görüm ve Muzaffer Tekin’le görülüyor. Ülkede kaos çıkararak darbeye zemin hazırlamakla suçlanan Ergenekon terör örgütünün, amaçları doğrultusunda yeni bir Kur’an-ı Kerim hazırlattığı öğrenildi.
İlk olarak Akın Birdal suikastını gerçekleştiren Türk İntikam Tugayı (TİT) adlı örgütün yöneticisi olarak kamuoyunda adı duyulan ve halen Ergenekon terör örgütünün tutuklu sanığı Semih Tufan Gülaltay’ın bilgisayarın çıkan, iddianame eklerinden 232. klasörde yer verilen kendi kaleme aldığı notlarında, Burhan Omay’dan şöyle söz ediyor: “Fikri Karadağ aynı zamanda, yönetimde bulunan Prof. Burhan Omay’ın, uzun yıllardır çalıştığı ve Kur’an-ı Kerim’i çözdüğünü, buna göre Kur’an-ı Kerim’de zinanın suç olmadığı ve 5 vakit namazın da emredilmediğini ortaya çıkardıklarını söylemektedir. Kuvayı Milliye olarak yeniden bir Kur’an-ı Kerim yazılacağını, halkın bu şekilde doğruları öğreneceğini bildirmektedir.”
(Zaman, 2008)
Doğu Perinçek’in kökeni ortaya çıktı
Tür: DERİN HABER
Siyasette hiçbir zaman varlık gösterecek kadar oy alamadı. Ama her daim etkili oldu ve bir şekilde gündeme oturmayı bildi. İşte Perinçek’in gerçek yüzü.
En büyük ‘Türk ulusalcı’ meğer Ermeni kökenliymiş. Ama Perinçek yaptığı eylemlerle bu ülkede yalnız Türklerin değil Türk halkıyla ayrısı gayrısı olmayan ve barış içinde yaşayan Ermenilerin de yüz karası oldu.

Siyasette hiçbir zaman varlık gösterecek kadar oy alamadı. TBMM’ne girmeyi başaramadı. Ama her daim etkili oldu ve bir şekilde gündeme oturmayı bildi. Hatta çoğu zaman gündem belirledi. Açıkladığı MİT raporlarıyla, 28 Şubat Dönemi’ndeki aktif tutumuyla yakın tarihimizde silinmez izler bıraktı. Dev-Genç’in genel başkanlığını yapacak kadar iyi sosyalistti. Şimdi ise hafızalarımızda Ulusalcı yani Nasyonalsosyalist olarak yeretti. AKP iktidarının ardından ortaya çıkan Kızılelma Koalisyonu’nun en önemli isimlerindendi. Adı şimdi Ergenekon Terör Örgütü Davası iddianamesinde, örgüt kurucuları arasında geçiyor.
Doğu Perinçek, Erzincan-Eğin’den. Eğin’in de Apçağa köyünden. İddiasına göre soyu Kafkaslara dayanıyor. Eğin ve özellikle Apçağa üzerine yapılan araştırmalarda, buraya Kafkaslardan gelenlere rastlanmıyor. Ermeni, Rum ve Anadolu’da yaşamış diğer halklardan geriye kalanlar yani “yerli sekene” ve biraz da Türkler oluşturuyor Eğin ve Apçağa’nın nüfusunu. Biz isterseniz önce ansiklopedik biyografisinden başlayalım ve sözü daha sonra Apçağa ve dede Mehmet Sadık Efendi’ye getirelim.
DEV-GENÇ’İN BAŞKANIYDI
Doğu Perinçek, 17 Haziran 1942′de babasının askerliği sırasında doğdu. Baba Sadık Perinçek yedeksubaydı ve Gaziantep’te görev yapıyordu. İşte küçük Perinçek gözlerini Gaziantep’te dünyaya açtı. İlk çocukluk yıllarını babasının yedeksubaylık ve yargıçlık görevleri nedeniyle sırasıyla Gaziantep, Antakya ve Diyarbakır’da geçirdi. Beş yaşından sonra Ankara’da büyüdü. Ankara Sarar İlkokulu, Atatürk Lisesi ve Bahçelievler Deneme Lisesi’nde ilk ve orta öğrenim gördü.
Üniversite yıllarında, 1962 ve 1963′te toplam on ay Almanya’da işçilik yaptı ve Almanca öğrendi. Haziran 1964′te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kamu Hukuku (Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri) kürsüsüne asistan olarak girdi. 1967 yılında Dönüşüm dergisi yazı kurulu üyesi ve başyazarı idi. Almanya’da Türk Toplumcular Ocağı kurucusu ve ilk genel başkanı olmuştu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesiydi. TİP’in Bilim Kurulu’nda görev aldı ve Güvenlik Komitesi başkanlığı görevlerini yürüttü. TİP içindeki “Devrimci Muhalefet” hareketinin önderlerindendi.
Perinçek 1968′de hukuk doktoru oldu. Doktora tezinin konusu ve ilk kitabı, Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi’ydi. Aynı yıl daha sonra Dev-Genç adını alacak olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) genel başkanı olmuştu. Yine aynı yılın Kasım ayında, arkadaşlarıyla birlikte Aydınlık dergisini yayınlamaya başladı. Aydınlık’ın başlangıçtaki kurucuları Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Gün Zileli, Erdoğan Güçbilmez, Vahap Erdoğdu, Atıl Ant, Münir Ramazan Aktolga ve Doğu Perinçek’ti.
1969 Temmuz’unda İşçi Köylü gazetesini kurdu ve başyazarı oldu. 12 Mart Muhtırası’nın ardından başlayan tutuklama dalgasından Doğu Perinçek de nasibini almıştı. Tutuklanmış ve yapılan yargılama sonucunda yirmi yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezasını çekerken 1974 Affı imdadına yetişti ve Doğu Perinçek serbest bırakıldı. Siyasi hayatına kaldığı yerden başlayacaktı. Bu arada hayatına bir kadın, Sırma Ersanlı girecekti. 1974 yılında evlenen Doğu Perinçek’in evliliği ancak iki yıl sürebilmişti. Bu evlilikten Zeynep Perinçek doğmuştu.
28 Ocak 1978′de Aydınlık Davası’nın aklanmayla sonuçlanması üzerine Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin kuruluşuna önderlik etti ve ilk genel başkanı oldu. Türkiye bu yıllarda sağ-sol çatışmaları içinde kıvranıyordu. Terör şehirleri teslim almıştı. Silahlı çatışmalar alınan tüm önlemlere rağmen engellenemiyordu. İşte tam bu ortamda 12 Eylül 1980′de Türkiye’de askeri darbe oldu. Bu Perinçek’in kişisel tarihi için de çok önemliydi. Perinçek tutuklandı ve 1985 yılına kadar, tam beş sene tutuklu kaldı. Serbest bırakıldıktan iki yıl sonra, Ocak 1987′de haftalık “2000′e Doğru” dergisini yayınlamaya başladı. Bu dergide de genel yayın yönetmeni ve başyazarlık görevlerinde bulundu.
Bu defa da neredeyse iç savaş görüntüsü veren etnik çatışma yüzünden başı derde girdi. Güneydoğu Anadolu bölgesinde muhalif aydınları “te’dib” etmeye yönelik çıkartılan “Sansür Sürgün Kararnamesi”nin kurbanı oldu. 1990 yılında, Diyarbakır Cezaevi’nde üç ay tutuklu kaldı. 1991 yılında Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesinin kaldırılmasıyla, yeniden siyasi haklarına kavuştu ve aynı yılın Temmuz ayında Sosyalist Parti’nin İkinci Büyük Kongresi’nde genel başkanlığa seçildi. Bir yıl sonra Sosyalist Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması üzerine kurulan İşçi Partisi’nin genel başkanı oldu. Ancak Perinçek hakkında 1991 seçimlerinde TRT’de yapılan Liderler Açık Oturumu’nda yaptığı konuşma nedeniyle kendisine Terörle Mücadele Yasası’nın sekizinci maddesine dayanılarak on dört ay hapis cezası verildi. Bu ceza bittiğinde tarihler 8 Ağustos 1999′u gösteriyordu. On ay, on gün Haymana Cezaevi’nde kalmıştı. Basın suçlarını erteleyen yasayla yeniden siyasal haklarına kavuştu. 19 Ekim 1999′da toplanan İşçi Partisi Olağanüstü Kongresi’nde yeniden genel başkan seçildi. Halen Şule Perinçek’le evli olan Doğu Perinçek’in bu evlilikten üç çocuğu oldu: Kiraz, Mehmet ve Can Perinçek.
ERMENİ NÜFUS TÜRKLERE YAKLAŞMIŞTI
Türk siyasi hayatının belki de en tartışmalı isminin hayatından satır başları böyle. Ama biz biraz geriye, Erzincan-Eğin’e, oradan da Apçağa köyüne uzanmak istiyoruz. Dedesinin babası Mehmet Sadık Efendi, 1850 tarihinde Apçağa köyünde doğdu. Apçağa, o tarihlerde Abuçeh diye anılıyordu. Özellikle yöredeki Ermeniler, Abuçeh adını kullanıyordu. Babasının adı Hacı Mehmet, anne adı ise Ayşe’ydi. Mehmet Sadık Efendi, Eğin’de (Kemaliye) belediye katipliği yaptı. Daha sonraları muhtelif yerlerde posta müdürlüğü görevlerinde bulundu. En son 1915 yılında Mekke’nin posta müdürlüğü görevini yürütmüştü. Aynı tarihte ailenin bir başka yakın akrabası da Cidde posta müdürü idi. Bu akraba, Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasında yaşanan devrimlerin ardından “Çitlioğlu” soyadını almıştı. Yani ailenin bir kısmı bugün Çitlioğlu soyadını kullanmakta.
Doğu Perinçek’in dedesi Mehmet Cemal Perinçek de, 1887′de Apçağa’da doğdu. Önce Sıbyan mektebine, ardından da Eğin Rüştiyesi’ne gitti. Buradan şehadetname (diploma) alan Mehmet Cemal Efendi, Türkçe ve Fransızca okuyup yazabilmekteydi. 1906 senesinde Ankara’da Telgraf ve Posta Müdürlüğü’nde muhabere memuru olarak işe başlamıştı. Bir süre sonra Yozgat Posta ve Telgraf Müdürlüğü’nde muhabere görevine tayin edildi. İlerleyen yıllarda ise Refahiye’de Telgraf Müdürlüğü yaptı.
Burada hem Mehmet Sadık Efendi, hem de Apçağa üzerinde durmakta fayda var. Bölgeyi anlamak, demografik yapısı hakkında bilgi almak için bakılacak en iyi yer Şeriyye Sicilleri yani Mahkeme Kayıtları’dır. Osmanlı mahkeme kayıtları olan Şeriyye Sicilleri, bize bir bölgenin sosyal, iktisadi, dini vb. hakkında ortaya çıkan sorunları ve çözüm yollarını sunmaktadır. Daha doğru bir ifadeyle oradaki halk arasında meydana gelen anlaşmazlıklar hakkında mahkeme üyelerinin, şahitlerin ve iddia sahiplerinin ifadeleri, görülen davada kayda geçirilir. Daha sonra bu kayıtlar mahkeme tarafından saklanır. Mahkeme kayıtlarında davacının da, davalının da davaya geçmeden önce adres tespitleri yapılır. Daha sonra her iki tarafın isimleri, baba ve dede isimleri, varsa aile-sülale ünvanları kayıt altına alınırdı. Bu bilgiler bütün mahkeme kayıtlarında mevcuttu.
Bu kayıtlara bakıldığında Ondokuzuncu yüzyılın sonu ile yirminci yüzyılın başlangıcında bölgede ciddi bir Ermeni nüfus vardı. Bunların önemli bir kısmı zanaatkâr ve esnaftı. Ermeniler, daha çok Eğin kasabasında yerleşmişlerdi. Özellikle kasaba içerisindeki mahallelerde pek çok Ermeni’nin ikâmet ettiği, bugüne kadar gelen belgelerden anlaşılmaktadır. Kasabada Dörtyol Ağzı Mahallesi ile Süfela Mahallesi, Ermenilerin yoğun bulunduğu mahalleler arasındaydı. Eğin’e bağlı köylerde de Ermenilerin yoğun bir surette yaşadıkları çok rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Özellikle Gemer-gab (Kemer-gab), Apçağa ve İliç bu köylerin en iyi örnekleridir. Şeriyye Sicilleri’ne göre Eğin de az da olsa Rumlar da yaşamaktadır. Rumlar özellikle Vanik köyü ve çevresinde bulunmaktaydı.
Apçağa, içinde çok az Müslüman’ın yaşadığı bir Ermeni köyüydü. Şeriyye Sicillerin’de Apçağa ile ilgili on mahkeme kaydından sadece bir tanesi Müslümanlara aitti. Mahkeme kayıtlarının onda dokuzu Ermenilere aitti. Kısaca köyün önemli bir kısmı Ermeni’ydi; ancak az da olsa Müslüman nüfusun yaşadığı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Apçağa köyü muhtarlarının ve köy ihtiyar heyetinin tamamı Ermenilerden meydana geliyordu. Nitekim Apçağa’dan mahkemeye başvuran bir Ermeni’nin davasına köyün “muhtar-ı evveli Kozmoz veled Tebimbek” ile muhtar-ı sanisi “Hamtor veled Aleksan; ihtiyar heyetinden ise Kirkor veled Agop, Kirkor veled Artin, Karabet veled Nihayet” katılmışlardı.
Eğin’in bir başka köyü, İliç de Şeriyye Sicili’ne göre Ermeni köyü olarak gözükmektedir. İliç’ten mahkemeye başvuran tek bir Müslüman’a rastlamak mümkün değildir. Köyde yaşayanların tamamı Ermeni’dir. Mahkeme kayıtlarına göre köy muhtarının adı Kirkor veled Relham’dı. Bölgede az da olsa bir Rum nüfusu yaşamaktaydı. Eğin’in sadece Vanik köyünde yaşayan Rumların arasında başka millet ve dinden insan yoktu. Köyden mahkemeye Rumlar dışında tek bir başvuru olmamıştı.
MUHTESİP MEHMET SADIK
Eğin’de yaşayan Ermenilerin ortak özelliklerinden birisi de aile/sülale ünvanlarına sahip olmalarıydı. Daha şaşırtıcı olan ise bu ünvanların büyük kısmınınTürkçe isimlerden oluşmasıydı. Muratoğlu, Değirmencioğlu, Tokatlıoğlu, Keçioğlu, Bayındıroğlu, Gülümoğlu, Reisoğlu, Çilingiroğlu, Külükçüoğlu, Narlıoğlu, Sarıoğlu, Dürümoğlu, Ekreklioğlu, Dedeoğlu, Yalancıoğlu, Kasaboğlu, Çobanoğlu, Ayvazoğlu, Eskicioğlu, Hozatoğlu, Çirkinoğlu, Karagözoğlu, Şahenkoğlu, Şahinoğlu, Eskihanoğlu, Canikoğlu bu aile ya da sülale ünvanlarından bazılarıydı. Ayrıca aidiyet olarak hangi milletten olduğu anlaşılamayan isimler de vardı; Perinçoğlu, Kalbetoğlu, Ladifoğlu vb. Ayrıca mahkeme kayıtlarına göre bazı Ermeni kadınlarının Türkçe isimler taşıdığı anlaşılmaktaydı; Sultan, Nazlı, Dudu, Zümrüt, Elmas, Meryem gibi. Ancak bunlar istisnadır. Ermeni kadınlarının büyük çoğunluğu kendi dillerinde, Ermenice isimler taşımaktaydı. Ermeni erkeklerinin ise tamamı kendi milletlerine ait isimleri kullanmaktaydı.
Perinçoğlu ünvanının kökenini anlamak için yine Şeriyye Sicilleri’ne bakmakta fayda var. Burada adı geçen Perinçoğullarının hepsi Ermeni kökenlidir. Örneğin, “Eğin kazasının nefs-i kasaba mahallelerinden Arpeki sakinlerinden ve teb’a-yı devlet-i aliyyenin Ermeni milletinden Parinçoğlu (Perinçoğulları) Estepan ve Haçador veled Kifork nam kimesneler erkarındaşları Ohannes veled Perinç muvacehesinde görülen dava” bunlardan birisidir. Bir başka kayıtta ise Perinçoğlu Estepan’ın kaydı görülmekte; “Mamüretü’l-aziz Vilayeti’nde Eğin kazasının merkez kasabası mahallelerinden Eriği Çori Kaldırımı Mahallesi ahalisinden ve Osmanlı Devleti teb’asından ve Ermeni milletinden Perinçoğlu Estepan’ın hanesine varıp vesikada da isimleri yazılı olan kimselerin huzurunda ve meclis-i şer’-i şerifte görülen davaya dair.”
Şeriyye Sicilleri’nde bulunan bir başka belge ise Doğu Perinçek’in büyük dedesi Mehmet Sadık Efendi ile ilgili soru işaretleri oluşturdu. Çünkü Eğin doğumlu Mehmet Sadık, Şeriyye Sicilleri’ne göre “mühtedi” idi. Yani sonradan İslam dinini kabul etmiş, “hidayete ermiş” bir isimdi. Eğinli Mühtedi Mehmet Sadık’ın görevi muhtesiplikti.
Doğu Perinçek’in uzak geçmişinden biraz daha yakına gelelim. Burada karşımıza çıkan isim baba Mehmet Sadık Perinçek olacak. Sadık Perinçek, Mehmet Cemal Perinçek’in yedi çocuğundan birisiydi. Annesi de aynı köyden Rahime Behiye Hanımdı. Erzincan’ın Eğin (Kemaliye) ilçesinde, 1915 yılında dünyaya geldi. İlkokulu Erzincan’ın Refahiye ilçesinde, ortaokulun iki yılını ise Giresun’da okudu. Üçüncü ve son sınıfı Malatya’da tamamladı. 1933 yılında Sivas Lisesi’ni bitirdi. 1939-1940 eğitim-öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.
DARBEYİ GEREKLİ GÖRDÜ
Yedeksubay olarak askerlik yaptı. Hatay’da hakimlik stajına başladı. 1943 yılında ise Diyarbakır’a hakim olarak gönderildi. 1945-1954 yılları arasında Ankara’da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı görevinde bulundu. 1954′te görevinden ayrılarak Erzincan’dan Demokrat Parti milletvekili seçildi. 1957′den 1961′e kadar avukatlık yaptı. 1961′de genel başkanlığını Ekrem Alican’ın yaptığı Yeni Türkiye Partisi’nden Erzincan milletvekili seçilerek Kurucu Meclis’e girdi. Daha sonra Adalet Partisi’ne katıldı. Aynı yıl yapılan seçimde tekrar Erzincan milletvekili seçildi. 1965 ve 1969 seçimlerinde de milletvekili oldu. Mehmet Sadık Perinçek, 1965 yılında Adalet Partisi genel başkan yardımcılığı görevine seçildi. Oğlu Doğu Perinçek’in adının şiddet olaylarına karışması siyasi kariyerini etkiledi. Bu yüzden parti genel başkan yardımcılığı görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

Doğu Perinçek’in derin bağlantıları ve Ergenekon.
M. Sadık Perinçek, siyasete Demokrat Parti’den milletvekili seçilerek girse de, parti ile her konuda aynı çizgide durmamıştı. O yüzden 1957′de ikinci defa milletvekili olamamıştı. 27 Mayıs Darbesi’ni ise son derece olumlu karşılamış, “Çok iyi oldu, başka çaresi yoktu” demişti. DP’de Adnan Menderes’ten daha çok Savunma Bakanı Ethem Menderes çizgisine yakındı. Yassıada’da yargılanan devrik başbakan Adnan Menderes’in avukatlığını yapması istendiğinde, bu isteği hiç düşünmeden geri çevirmişti. Sonradan AP’ye girmişti ama Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam kararının oylamasına katılmayarak, parti grubu dışında hareket etmişti. M. Sadık Perinçek, milletvekilliğinden sonra uzun yıllar avukatlık yaptı.
Türk Ceza Kanunu ve Buna Ait Seçilmiş Temyiz Mahkemesi Kararları, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve İlgili Temyiz Mahkemesi Kararları, Hususi Kanun ve Nizamnameler (arkadaşlarıyla birlikte) hazırlayıp yayınlanan, hukuk alandaki yapıtlarıdır. Ayrıca, Atatürk’ün ‘Eskişehir-İzmit Konuşmaları’, Yusuf Akçura’nın ‘Türkçülüğün Tarihi, Türk Tarihinin Ana Hatları’, Erzincan Valisi Ali Kemalî’nin ‘Erzincan Tarihi’, Ruşenî’nin ‘Din Yok Milliyet Var’, Jean Meslier’in ‘Sağduyu’, Caetano’nun ‘İslam Tarihi-I’, İbrahim Olcaytu’nun ‘Hayatım ve Şiirlerim, Folklor Defterleri-I ve II’ adlı kitaplarını bugünkü dile çevirdi. Bunlar Kaynak ve Kalan Yayınları’nca yayımlandı. ‘Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin Danışma Kurulu Üyeliği’nde bulundu. 13 Eylül 2000′de öldü. Ankara’da Cebeci’deki Asrî Mezarlık’ta toprağa verildi. Doğu Perinçek’in annesi ise Malatya, Darende’dendi. Balaban (Gerimter) köyünden, Hacıoğulları ailesinden öğretmen İbrahim Olcaytu’nun kızı Lebibe Perinçek’ti. Dayısı ise daha sonra tümgeneralliğe yükselecek olan Turhan Olcaytu’ydu.
Chronicle Dergisi, yakın tarihin en karanlık, en gizemli ilişkiler ağında yer alan ismi Doğu Perinçek’i dosya yaptı. İşte ilginç alıntı:
Doğu Perinçek’in hayatında birbirinden ilginç bağlantılar vardı. Dayısı Em. Tümg. Turhan Olcaytu, 12 Mart Muhtırası öncesinde etkin isimlerden birisiydi. Adı kurulmuş olan cuntaya verilen Em. Tümg. Cemal Madanoğlu, Perinçek’in ilk eşi Sırma Ersanlı’nın eniştesiydi. Yine Doğu Perinçek’in teyze oğlu, yani kuzeni Gürbüz Tüfekçi’nin arası TSK mensuplarıyla çok iyiydi. Çevresi Tüfekçi’yi MİT mensubu olarak biliyordu.

Doğu Perinçek’in sınıf arkadaşları da oldukça önemli isimlerden oluşuyordu. 1964′te mezun olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden dönem arkadaşları Mikdat Alpay ve Uğur Mumcu’ydu. Alpay daha sonraki yıllarda MİT Müsteşar Yardımcılığı görevine kadar yükseldi. 28 Şubat Dönemi’nde adından en fazla bahsedilen MİT görevlisi herhalde Mikdat Alpay’dı. Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) ile yanyana olduğundan, Perinçek’in etkinlik alanı bu okula da sıçramıştı. SBF, o günlerde siyasi çalkantıların tam odağındaydı. Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Nuri Çolakoğlu, Ömer Madra, Cüneyt Akalın, Halil Berktay gibi o dönemin geleceği parlak SBF ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi asistanları, Perinçek’in etrafında toplandı. Perinçek, 1968′de devrimci gençliğin en üst kuruluşu olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (Dev-Genç) başkanlığına seçildiğinde Ankara Hukuk Fakültesi’nde asistandı.
Sosyalistlikten ulusalcılığa, ateizmden Müslümanlığa savrulan bir hayatın ortasında Doğu Perinçek, Ergenekon Davası’nın en önemli zanlıları arasında.
(www.samanyoluhaber.com, Eylül-2008)
Ergenekon’da Baykal da var
Tür: DERİN HABER

MİT 2002’de İstanbul’dan gönderilen ve iki sayfadan oluşan bir ihbar mektubuna dayanarak bir Ergenekon raporu hazırladı. Bir örgüt şeması da içeren rapor Temmuz 2003’te Genelkurmay’a, Kasım 2003’te de Başbakanlığa iletildi. Örgüt şemasında ünlü siyasetçi ve gazeteci isimleri de vardı.
Taraf 11 temmuzdaki manşetini buna ayırmıştı. “MİT’te Ergenekon’un örgüt şeması var” başlıklı haberde o rapor ve şemadan söz ediliyordu. Ama açıklanıp açıklanmayacağı bilinmeyen belgedeki şemada yer alan siyasetçi, gazeteci ve işadamı isimleri gizli tutulmuştu.
Ancak o MİT raporundan Ergenekon iddianamesinde açıkça söz ediliyor. Raporun kendisi de iddianamenin eki olarak açıklanacak. Dolayısıyla artık saklı tutmanın anlamı kalmadı: Örgüt şemasındaki siyasi parti lideri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dı.
(Taraf, 07.2008)

|
|
|
|