|
|
|
|
 |
| Teknik Bilgi |
Filed Under: by Giray Erdogan
Hayır. Güneşte cildimizin renginin değişmesini sağlayan güneş ışığının içindeki ültraviyole (UV) ışınlarıdır ki bunlar camdan geçemez. UV ışınları görünmeyen, yüksek enerjili, kısa dalga boylu ve görebildiğimiz renk dağılımında mor rengin ötesinde yer alan ışınlardır. Bunun için çok güneşli bir havada, güneş tam karşıdan gelirken araba kullandığımızda yüzümüz değil de açık olan pencereye yaslı kolumuz kızarır.
Bizim bronzlaşma ve çok sağlıklı görünüyoruz diye beğendiğimiz, derimizin güneş altında rengini değiştirmesi olayı aslında ‘derma’ diye bilinen cildimizin ikinci tabakasındaki pigment hücrelerinin bir reaksiyonudur. Bu hücreler UV ışınlarına maruz kaldıklarında ‘melanin’ denilen daha koyu pigmentlerin miktarını artırırlar. Bu koyu pigmentler derimizin üst tabakalarına gelirler ve böylece derimizin rengi koyulaşır.
Melanin, UV ışınlarını emer, yani vücudun melanin üretimini artırması, vücudumuzu UV ışınlarının tehlikeli etkilerinden korumak içindir. Ama bir noktadan sonra bu da geçerli değildir. Güneşin altında ne kadar yanmış olursak olalım, derimizin rengi ne kadar koyulaşırsa koyulaşsın, yine de güneş ışığının içindeki UV ışınlarının yarısını derimiz içine almaya devam edebilir.
Aşırı UV ışınlarına maruz kalmak sonunda deri kanserine bile yol açabilir. Her yıl yarım milyon insanda bu hastalık görülmektedir. Özellikle gençler arasında giderek artmaktadır. Gerçi bu tür, genellikle başarı ile tedavi edilmektedir ama ciğere veya beyine yayılabilecek çok daha kötü türleri de vardır.
Çok güneşli havalarda UV ışınlarından korunmak, şapka ve gözlük takmak tavsiye edilir. UV ışınları gözlerimize de çok zararlıdır. Unutmayalım ki, vücudumuzdaki en ince deri göz kapaklarımızdadır. Güneşe çıkmak zorunda kalmayacaksa koruma faktörü yüksek krem ve yağlar kullanılmalıdır.
UV ışınları cisimlerden de yansır. Bu nedenle gölgede kalmak da çare değildir. İnsan gölgede de yanabilir.
Güneş enerjisi tahmin edilenden çok daha güçlüdür. Yeryüzünde 3 kilometrekarelik bir tarlanın bir gün boyunca güneşten aldığı enerji, Hiroşima üzerinde patlatılan atom bombasının salıverdiği enerjiye eşittir. Bombadan enerji bir anda boşaltıldığından, şok dalgaları oluşmuş ve ölümcül olmuştur.
Filed Under: by Giray Erdogan
Bizde altının saflığını gösterme ölçüsü olarak genellikle ‘ayar’ kelimesi kullanılır, ama uluslararası piyasada kullanılan kelime ‘kırat’tır. ‘Kırat’ hem altının, hem de elmas ve diğer kıymetli taşların ölçümünde kullanılan bir birimdir.
24 ayar altın
Elmas ve değerli taşları ölçmede kullanılan ‘kırat’ın bir birimi 200 miligrama (0,200 gram) eşittir. Yani 20 gramlık bir elmasınız varsa, bu 100 kıratlık bir elmastır. Doğada bulunan elmasın büyüklüğü çok seyrek olarak bir santimetrenin üzerindedir. Bugüne kadar bulunan en büyük elmas 3.106 kıratlık ‘Cullian’dır. Bundan 530 ve 517 kıratlık iki büyük ve 100 küçük elmas işlenmiştir.
Altında kullanılan ‘kırat’ veya ‘ayar’ ise altının saflığını gösterir. 24 kırat (ayar) altın, içinde karışık başka bir metal olmayan yüzde yüz saf altındır. Tamamen saf altın çok yumuşak olduğundan genellikle bakır veya gümüş ile karıştırılır. Her bir kırat (ayar) altının tümünün 24′de biridir. Örneğin bir bileziğin 24′de 18′i altın, 24′de 6’sı da gümüşten yapılmışsa, o bilezik 18 kırat (ayar) altındır.
Altını Ölçmede kullanılan bu komik sistem, yaklaşık bin yıl evvelki Almanların Mark isimli bir altın parasından kaynaklanmaktadır. Tamamen saf altından yapılan bu para 4,8 gramdı ve elmas ölçü biriminde ağırlığına göre 24 kırat ediyordu. Sonradan içine başka maddeler karıştırıldıkça içindeki altın miktarına bağlı olarak kırat ölçüsü düşürüldü.
Altın beyaz, kırmızı, sarı gibi çeşitli renklerde beğenimize sunulur. Altın, bakır ile karıştırılmışsa ‘kırmızı altın’, gümüş ile karıştırılmışa ’sarı altın’, nikel veya platin gibi metaller içeriyorsa ‘beyaz altın’ adı verilir.
Filed Under: by Giray Erdogan
Şarjlı piller her ne kadar hayatımızı kolaylaştırsa ve atık pil miktarını azaltsa da bilinçsizce pil şarjetme tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Siz siz olun şarj edilmeyen (non rechargeable) pilleri şarj etmeye kalkışmayın.
Birinci neden, pilleriniz alev alabilir ve belki de büyük çaplı bir yangına sebep olabilir.
İkinci neden, piller şarj sırasında akabilir ve zehirli gaz çıkışına sebep olabilir. Pillerin akması durumunda, akan madde çevredeki metal yüzeylere sıçrayabilir ve hasara neden olabilir (oksitlenmeye neden olabilir).
Üçüncü neden, şarj cihazınızın aşağıdaki hale gelmemesi için.
Filed Under: by Giray Erdogan
Filed Under: by Giray Erdogan
Estetik blefaroplasti ya da göz kapağı estetiği en yaygın yapılan girişimlerden biridir. Göz kapaklarının altında zamanla yağ dokusu dışarı doğru bir çeşit fıtıklaşma yapar.Göz çevresindeki cildin esnekliğinin zamanla azalması ile bu durum daha belirgin hale gelmektedir. Yorgunluk stres ve ilerleyen yaş göz kapaklarımızda kabarık ve pörsümüş görünüme neden olur. Göz altlarında belirgin torbalanmalar olduğu durumlarda bu yağ dokusunun çıkartılması yapılabilir ancak genellikle de bu yağ torbalarının çoğunun korunup dışarı doğru sarkan yağ dokusunun normal yerine getirilmesi gerekmektedir.Doğumsal olarak da genç yaştaki kişilerde de alt göz kapaklarında torbalanmalar olabilir. Göz kapağı estetiğinde ameliyat lokal anestezi altında yapılır. Kesiler alt göz kapağı kirpiklerinin hemen altından yapılır ve iyileştiğinde hemen hemen görünmez hale gelir. Belirgin torbalanma varsa yağ dokusu da çıkarılır ya da normal yerlerine getirilir. Fazla deri bu kesi yerinden çıkarılır. Kesi ince dikişlerle kapatılır 4-5 günde alınır ya da kendiliğinden kaybolur.
kaynak .: vikipedi
Filed Under: by Giray Erdogan
Günümüzde ilim o kadar gelişmiştir ki, atomun, çekirdeğinin, çevremizdeki her şeyin, dünyamızın hatta gökyüzündeki yıldızların hareketlerinin şimdiye kadar keşfedilen ve bilinen fizik kuralları ile izahı mümkündür. Bildiğimiz her şey fizik kurallarına uyar. Bir şey hariç. Yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olan su.
Fizik kurallarına göre bir madde ısıtıldığında genişler, genlesin Soğutulduğunda da büzüşür, yani hacmi azalır. Ancak su bu kurala uymaz, aksine sıfır derecenin altına soğutulduğunda donar ve buz olarak hacmi azalacağına artar. Saf su buza dönüşürken, hacminin yüzde 9′u oranında genişler. Buzda su molekülleri olağanüstü gevşek bir oluşum içinde yer alırlar. Buz, arada deliklerin kaldığı bir yapıya sahiptir.
Bilindiği gibi, bilimsel formülü ‘H2O’ olan su, iki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşmuştur. Bu iki hidrojen atomu, oksijen atomu ile birleştiklerinde, kendi aralarında 105 derecelik bir açı meydana getirirler. Yapı olarak iki hidrojen atomunu birleştiren başka elementler de vardır ve onlar fizik kurallarına uyarlar. Örneğin aynı yapıdaki ‘H2S’ eksi 83 derecede donar ve eksi 60 derecede gaz haline geçer. Ancak su hidrojen atomlarının dipol bağlantıları nedeni ile sıfır derecede donar, artı 100 derecede gaz haline geçer, donarken de hacmi küçüleceğine büyür.
tşte bu fizik yasalarına aykırı özellik dünyamızdaki yaşamı sağlar. Eğer buz sudan daha yoğun, yani daha ağır olsaydı, suyun içinde dibe batardı. Soğuk bölgelerde denizlerde, göllerde ve nehirlerdeki dibe batan buzlar, güneş ışığı alamayacaklarından eriyemiyeceklerdi. Böylece yıllar süren birikimlerle her tarafı buzlar kaplayacak ve buzullar devri başlayabilecekti.
Ancak buz, yoğunluğunun azlığı nedeni ile suyun üzerinde kalır. Bu durumda buzlar altlarındaki suların donmalarına engel oldukları için dünyamızdaki ani ısı değişikliklerini de önlerler, gece ve gündüz arasındaki ısı farklarını azaltırlar ve yaz günlerindeki güneş ışığı ile kolayca erirler.
Eğer buz sudan daha ağır olmuş olsaydı, gezegenimizdeki tüm su rezervleri donmuş olurdu. Belki de başlangıçtaki buzul devrinde öyleydi de, tabiat ana kendi koyduğu kurallara aykırı olarak, hidrojen atomlarının arasındaki açıya biraz dokundu, buzun suyun üstünde kalmasını sağladı ve dünyamızı bizim için yaşanır hale getirdi.
Filed Under: by Giray Erdogan
Kömür, doğalgaz ve fuel gibi fosil yakıtlar, yüksek basunç altında oluşmuş ve karbondioksit içeriği bakımından çok zengin organik maddelerdir. Bu yakıtların kullanımı sonucunda açığa çıkan CO2 gazı, atmosfere karışır. Normalde karbon döngüsünün bir parçası olan bu olay, fosil yakıtların kullanımının artması ile atmosferdeki CO2 miktarının normalden yüksek seviyelere çıkmasına neden olur.
Havanın başlıca iki bileşeni olan oksijen ve azot gazları, güneşin gözle görülebilen dalga boylu ışınlarını yansıtır ve morötesi ışımaların bir kısmını da absorblar (soğurur). Dünya yüzeyine ulaşabilen güneş ışınları, yeryüzü tarafından soğurularak ısıya dönüştürülür. Bu ısı, yeryüzündeki atomların titreşimine ve kızılötesi ışıma yapmalarına neden olur. Bu kızılötesi ışımalar, oksijen veya azot gazı tarafından soğurulmaz. Ancak havada bulunan CO2 ve CFC (kloroflorokarbon) gazları, kızılötesi ışımaların bir kısmını soğurarak, atmosferden dışarı çıkmalarını engeller. Bu soğurma olayı, atmosferin ısınmasına yol açar. Bunun sonucunda dünya, güneşin altına park edilmiş bir arabanın içi gibi ısınır. İşte bu etkiye, sera etkisi adı verilir.
Sera etkisi dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığını değiştireceği için, uzun vadede iklimlerde değişiklikler, buzulların erimesi, mevsimlerin kayması ve tarım alanlarının verimsizleşmesi gibi çok ciddi sorunlara neden olabilir.
           
|
 |
|
|
|
|