|
|
 |
Siyasi Bilgiler 1 |
Arabistanı Osmanlı’dan Koparan İngiliz Ajan
Tür: DERİN HABER
Osmanlı coğrafyasında Arapları isyan ettirerek savaş ortamı yaratan Batılı ajanlar, öncelikle para ve kadın meraklısı Arap şeyhlerini elde ettiler. İngiliz asılı Kim Philby , Arapların Osmanlıya isyanında başrol oyuncusu idi. 1930’lu yılarda ABD petrol şirketleri adına çalışmaya başladı. ABD’li Yahudilerin kontrolündeki ARAMCO şirketinin kuruluşuna da yardımcı oldu.
Hayatını para kazanma uğruna idealize edenler. Çıkarları uğruna neler yapmazlar ki! Bu sözlere en iyi örnek John Philby adındaki İngiliz olsa gerek. 1885-1960 yılları arasında yaşayan Philby’nin çalışmaları ülkesi İngiltere adına olduğu kadar, eylem alanı olması bakımından Osmanlı’yı da yakından ilgilendiriyordu. I. Dünya Savaşı’nın patlaması üzerine İngiliz ordusu tarafından Arabistan cephesinde Bağdat harekatında finans işlerinde görevlendirildi. Savaş ortamında işbirliği yapılacak olan aşiret reislerine verilecek para ve silahın miktarını, ödeme şartlarını o belirleyecekti. Türk ordusu savaş ortamında mücadele ederken, o Arap isyanının başarılı olması için ülkesinin bütün imkanlarını seferber etti.

Harry St. John Philby
1916 yılı içinde Basra yakınlarında yanında ünlü casus Gertrude Bell olduğu halde kendisini ziyaret eden Wahhabi reislerinden Suudi emirine verilecek maaş miktarını ayarlamıştı. 1917 yılında önce Suudi şeyhlerini görmüş, çöl ortamında seyahat ederek Mekke’ye gelmişti. O’nun bu yolculuğu İngiltere Kraliyet Coğrafya Cemiyeti tarafından ödüllendirildi. Ama o, savaşın sonlarına doğru Suudilerin daha ılımlı olduğu görüşlerinden hareket ederek desteğini de onlara vermeye başladı. Philby’nin görevi, İngiltere Gizli Servisi adına Arabistan yarımadası ve Irak’ta dağıtılacak para veya rüşveti koordine etmekti.
1920 yılında Osmanlı’dan ayrılan Irak’ta yeni bir devleti inşa etme çalışmaları başlatıldı. Gertrude Bell ile birlikte çalışan Philby, öncelikle Irak’ın İç güvenlik işleri, daha sonra da zengin petrol yataklarının bölüşülmesi İngiltere adına imtiyazının elde edilmesine çalıştı.
1921 yılında İngiltere İstihbarat Servis şefi olarak Filistin bölgesine gitti. Yahudilerin serbest göçü ve kutsal topraklara yerleşmesine yardımcı oldu. Çalışmaları esnasında ünlü casus Lawrence ile aralarında görüş ayrılıkları vardı. Osmanlı’nın çöküşü ile birlikte ABD’li petrol şirketlerinin görevlendirdiği Alan Dulles ile görüşmeleri oldu. Sonra Filistin’in geleceği hususunda görüşmeler yapmak üzere İngiltere’ye gitti. Winston Churchill, Siyonist hareketin lideri Haim Weizman, Baron Rotschild ile görüşmeler yaptı. İngiliz Gizli Servisi, Filistin’den ayrılacak Müslümanların Arabistan topraklarına yerleştirilmeleri için 20 milyon pound’luk bir rüşvetin Suudi şeyhlere verilebileceğini gizlice bildirdi. İngiltere, Süveyş-Yemen-Basra deniz yolunun güvenliğinin sağlanması için Suudilerle anlaşmak istiyordu.
Philby aracılığı ile Suudilere para ve silah desteği verildi. Suudiler, Hicaz bölgesinin hakimi Şerif Hüseyin üzerine saldırarak onun hakimiyetine son verdiler. Philby, Suudilerle birlikte çalışırken Cidde’deki Osmanlı yöneticilerinin kaldığı tarihi binaya yerleşti.
Philby. 1930 yılında İslamiyete geçti. Şeyh Abdullah adını aldı. Suudilerin danışmanı olarak İngiltere ile görüşmelere katıldı. Ancak 1933 yılında ABD’nin Standart şirketi ile Suudilerin anlaşmasına yardımcı oldu. SOCAL adıyla kurulan şirket Suudi Arabistan petrollerinin çıkarılmasını 60 yıl süreyle üzerine aldı. İngiliz gizli servisi, yıllardır para ödediği Philby’in bu davranışları karşısında onu tutuklama saf dışı etme politikası izledi.
Ve 1936 yılında ABD’nin Teksas Standart şirketi ile Suudiler arasında Süveyş’in doğusunda kalan topraklardaki enerji kaynaklarının çıkarılma imtiyaz anlaşması imzalandı. Anlaşma esnasında Philby, Suudiler adına danışman olarak görüşmelere katıldı. Arab-Amerikan Petrol şirketi “ARAMCO” bu şartlarda kuruldu. Ve bu anlaşmadan dolayı Philby’e yüksek komisyon “rüşvet” verildi.
Philby, Londra’ya gitti. Yahudi önderlerden Ben-Gurion ile görüşmeler yaptı. Yahudiler’den de para alarak Suudilerin onaylaması halinde Yahudi göçünün Filistin’e hızlanacağı vaadinde bulundu. Suudi petrolünü satmak için Nazi Almanyası ve İspanya ile gizlice temaslarda bulundu. 1940 yılında ülkesi İngiltere’ye geldi. Liberal Partiden seçimlere katıldı. Geçmiş yılarda İngiltere Gizli Servisi adına çalışan John Philby, tutuklandı. Cezaevine kondu. Kurşuna dizilmesi söz konusu idi. Ancak böyle bir işlem gerçekleşmedi. Ve bir süre sonra serbest bırakıldı. Yeniden İngiliz istihbaratı adına çalışmaya başladı. 1943 yılında yeniden Yahudi önderlere yanaştı. Suudi kralına 20 milyon pound ödenmesi halinde Filistin’de Yahudi göçüne karşı Arabların tepkisinin olamıyacağı görüşlerini dillendirdi. Bahsi geçen 20 milyon pound için ABD’nin aracı ve kefil olması isteniyordu. Ancak görüşmelerde bir anlaşma olmadı.
II. Dünya Savaşı 1945 yılında sona erdi. Taif’e geldi. Köle pazarında 18 yaşında genç bir kadını satın aldı ve onunla evlendi. Savaş sonrası hem Amerikan Gizli Servisi, hem de petrol şirketi ARAMCO ve hem de Siyonistler onunla ayrı ayrı ilişkiler kurdular. Herkes kendi çıkarı için onu kullanıyordu. O ise arabuluculuğu karşılığında alacağı paraları düşünüyordu.
1953 yılına kadar Suudi kralının danışmanı olarak görev yaptı. Kralın ölmesi üzerine, yeni seçilen kralı eleştirdi. Gözden düştü. Arabistan’dan sürüldü. Lübnan’a yerleşti. Birinci karısından oğlu Kim Philby ile aynı evde beraber yaşamaya başladı. 1955 yılında Mısır ile İsrail arasında Süveyş krizi patlak verdi. O esnada oğlu Kim, İngiltere adına “MI6” adına ajanlık yapıyordu. John Philby, Mısır’a silah desteği vermesi için Sovyetler ile görüşmelere devam etti. Nasır ile Ruslar arasındaki ilişkilerin gelişmesine yardımcı oldu. Ve 1960 yılında Beyrut’ta öldü. Müslüman mezarlığına defnedildi. Oğlu KİM PHİLBY, İngiliz İstihbaratının (SIS ) sorumluluk verdiği üst düzey bir ajandı. 1963 yılında Beyrut’ta kayboldu. Bir Sovyet gemisine binerek izini kaybettirdi. İngiliz istihbaratanın bu çok deneyimli casusu Rusya’ya gitti. Ve bu tarihten sonra Sovyetler birliği adına çalışmaya başladı. 1988 yılında öldüğünde Philby adıyla casusluk tarihinde silinmeyecek izler bırakarak gitti. “Paranın dini imanı olur mu?” sözleri onlar için geçerliydi. Ortadoğu’da süregelen çatışmalar, dökülen kanların sorumlusu kim veya kimler sorusu sorulduğundu Philby örnekleri tarih sahnesine çıkıyordu.
(Cezmi YURTSEVER, 17 Eylül 2009)
Dairenin parası nereden? O isimler neden?
Tür: DERİN HABER
Haber merkezimizdeki muhabir arkadaşlarımız, olayı dört koldan araştırıyor. Kimi Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Emekli Oramiral Güven Erkaya’nın evini araştırıyor, kimi de oğlunun şirketlerini. Herhalde, Erkaya’nın kızı ve damadı da sıradadır. Son derece ilginç bilgi ve belgelere ulaşıyorlar. Bu bilgi ve belgeler sonrasında, insan ister istemez soruyor: Nereden buldular ya da neden o ismi verdiler?
Bugünkü manşet haberimizde de okuyacağınız gibi; Erkaya, İstanbul’un en lüks sitelerinden biri olan Etiler’deki Alkent Sitesinden bir daire satın almış. Bu daire, sıradan bir daire değil!
Muhabir arkadaşlarımız daire ile ilgili teknik bilgi verirken, şunları söylüyor:
Etiler Alkent Sitesi, Alarko Holding tarafından inşa edildi ve İstanbul jet sosyetesinin en çok tercih ettiği sitelerden biri oldu. Etiler Ak Merkez’e yürüme mesafesinde bulunan ve içinde 643 daire barındıran site, koruluk içinde bulunuyor. Sitedeki daire fiyatları ise dudak uçuklatıyor. En kötü stüdyo dairelerin bile 500 bin dolara satıldığı sitede, Erkaya ailesinin dairesinin fiyatının 1,5 milyon dolar olduğu belirtiliyor.

Güven Erkaya
BÖYLE BİR DAİREYE MAAŞ YETMEZ!
Peki; Güven Erkaya; fiyatı 1,5 milyon dolar olan bu daireyi, hangi para ile ve nasıl aldı?
Öyle ya;
1997’de emekli olan Güven Erkaya, yıllarca asker maaşı aldı! İllegal BÇG’nin mimarlarından biri olmasından dolayı; kendisine örtülü ödenekten veya bir başka kaynaktan ayrıca para verildi mi, bilmiyorum.
Ama, şunu çok iyi biliyorum:
Böyle lüks bir daire; ne asker maaşıyla alınır, ne de emekli maaşıyla!
İsterseniz, oturun hesap yapın;
1,5 milyon doları denkleştirebilmek için, birkaç milyar maaşla, acaba kaç yıl çalışmak gerekir?
Hem sonra;
Alınan bu maaştan mutfağa para ayıracaksın, giyim-kuşama para ayıracaksın, iki çocuğun masraflarına para ayıracaksın! Öyle ya; onların da okul masrafları var, harçlıkları var!
Buna bir de; elektrik, su, doğalgaz masraflarını eklerseniz; oramiral maaşı bile almış olsa, ay sonunu zor getirir!
İki yakası, biraraya zor gelir! Biraz önce dedim ya; ortada böyle bir manzara varken, insan, sormadan edemiyor;
Güven Erkaya, bazılarının rüyasında bile göremeyeceği 1,5 milyon dolar gibi bir parayı nereden buldu da, o lüks daireyi aldı?
Bu kadar parayı bir araya getirebilmek için; ömrü boyunca hiçbir şey içmemesi ve hatta üniforması dışında hiçbir şey giymemesi gerekir! Ama, insanız. İnsan yemeden, içmeden ve giymeden duramaz ki!
Mecburen yiyecek, mecburen içecek ve mecburen giyecek. Bunlara da para harcayacak!
Para harcayacak harcamasına da, o zaman 1,5 milyon dolarlık daireyi nasıl alacak, o kadar parayı nereden bulacak?
İLHAMİ ERDİL’DEN FARKI NEYDİ?
Her ne kadar;
Bu mesele, zenginin malı, züğürdün çenesini yorarmış boyutuna varsa da, sormaya devam edeceğiz!
Malûm, bu soru emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil’e de sorulmuş ve servetinin kaynağını açıklayamadığı için de hem Alkent Sitesi’ndeki daireleri elinden alınmış, hem de Oramiral rütbesi sökülüp, er seviyesine düşürülmüş, üstelik mahkûm edilip, hapis yatmıştı!

İlhami Erdil
Hayır; İlhami Erdil’e sorulan nereden buldun? sorusunun Güven Erkaya’nın ailesine de sorulması gerektiğini istiyor değilim. Ama, bu meselenin, bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerektiğine inanıyorum!
Öyle ya;
Her iki komutanın aldığı Deniz Kuvvetleri Komutanı maaşı aynı iken ve İlhami Erdil’e; Senin maaşın bu daireyi almaya yetmez denilirken, Güven Erkaya aynı siteden bir daireyi, acaba hangi para ile aldı?
Kimbilir, belki de;
Babadan zengindir!
Öyle ise, bunu da bilmek, hakkımız!
İşte bunun için soruyoruz;
Güven Erkaya, bu daireyi babasından kalan mirasla mı satın almıştır, yoksa emekliliğinden sonra Korkmaz Yiğit’ten aldığı danışmanlık ücreti ile mi?
TAM DA BUGÜNLERDE YOLSUZLUK HABERLERİ!
Bu soruları sorarken, hiç kimse; işin içinde bir hinlik olduğunu düşündüğümü sanmasın! Gazetelerde yer alan; Bir kalemde 150 milyon dolarlık rant sağlanmış başlıklı haberlere rağmen, Güven Erkaya hakkında, aklıma hiç yolsuzluk yapmış olabileceği ihtimali gelmiyor!
Malûm, geçtiğimiz günlerde gazetelerde yayınlanan bir haberde şöyle deniliyordu:
Ergenekon sanıkları emekli Orgeneral Şener Eruygur ve Mustafa Balbay’da ele geçirilen darbe günlüklerinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki yolsuzlukların ayrıntılı olarak anlatıldığı ortaya çıktı. Emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlüklerde, sadece güdümlü mermiler projesinde 150 milyon dolarlık açıktan söz ediliyor ve ‘Paralarımızın nasıl sokağa atıldığını gördük’ deniyor.
Sözkonusu günlüklerin 15 Mayıs 2001 tarihli bölümünde, özetle şöyle deniliyor:
İsrail’den alınacak güdümlü mermiler projesinde 150 milyon dolar fazlalık varmış. R.Y., Tuğa, N.K., parayı paylaşacakmış. Durumu Yener’e bildirdim, projenin hiç değilse Eylül 2001’e ertelenmesini sağlamasını istedim.
Bu 150 milyon dolarlık fazlalığı paylaşanlar hakkında soruşturma açıldı mı, bilmiyorum.
Ama, şunu çok iyi biliyorum:
Bu 150 Milyon Dolar ile Etiler’deki Alkent Sitesi’nden tam 100 daire alınabilir! Hatta; sadece kat değil, yat bile alınabilir!
Öyle ya;
150 milyon dolarlık rant ile neler yapılmaz ki? Kat da alınır, yat da!
YOKSA TAZMİNAT DÂVÂLARINDAN MI?
Altını çize çize söylüyorum;
Erkaya’nın servetinin altında da böyle bir yolsuzluk olabileceği ihtimalini kesinlikle düşünmüyorum!
Biraz önce dediğim gibi;
Bu kadar para, babasından miras kalmış olabilir! Ya da, Korkmaz Yiğit’e yaptığı danışmanlıktan kazanılmış olabilir!
Ama, bir paranın kaynağı merak uyandırıyorsa, bu merakın da giderilmesi gerektiğine inanıyorum!
Çünkü, bildiğim kadarıyla; Erkaya ailesinin malvarlığı, Alkent’teki daire ile sınırlı değil. Sanıyorum, iki-üç daireleri daha var!
Acaba, bu daireleri de tazminat dâvâlarından kazandıkları paralarla mı aldılar? Bizim Abdurrahman Dilipak’ın evini sattırıp zenginleştikleri gibi, bu daireleri de tazminattan mı kazandılar acaba?
Hiç duymadım. Ama, niye olmasın?
Pekala tazminat zengini olabilirler!
Nasıl olsa, arkalarında yargı var!
Tazminat dâvâları zenginleşme aracı olamaz diye karar veren, ama Erkaya ailesinin zenginleşmesine göz yuman yargı!
1868 VE 1481’İN SIRRI NE?
Neresinden bakarsanız bakın; bu işte bir gariplik, bir müphemlik var. Hatta, esrarengizlik var demek bile mümkün!
Sadece lüks dairenin satın alınışında değil, Erkaya’nın oğlu Ö. Argun Erkaya’nın şirketlerinde, daha doğrusu şirketlerin isimlerinde de bir gariplik var!
Muhabir arkadaşlar, oğul Erkaya’nın şirketlerinin vergi durumunu incelerken, şöyle bir gariplik görmüşler:
Ö. Argun Erkaya’nın, Restoran, Kafeterya ve Gıda şirketinin başında, 1868 rakamı var.
Acaba bu 1868’in sırrı ne?
Araştırınca gördüm ki;
1868’in önemli olayları arasında Danıştay’ın kuruluşu var, Kızılay’ın kuruluşu var!
Hayır, bunlar şirkete isim verilmesine ilham olmuş olamaz!
Olsa olsa Galatasaray Lisesinin kuruluşu olabilir! Öyle ya; Galatasaray Lisesi, 1 Eylül 1868’de Sultan Abdülaziz tarafından kurulmuş!
Galiba, Ö. Argun Erkaya da Galatasaraylı!
Peki, 1481 tarihi neyin nesi?
Çünkü efendim, Ö. Argun Erkaya’nın sahibi olduğu Turizm, Otelcilik ve Ticaret şirketinin başında da 1481 rakamı var!
Acaba, 1481’de ne oldu?
Bir sevinç ifadesi olarak Galatasaray Lisesi’nin kuruluş tarihini şirketine isim olarak koyan Argun Erkaya, Fatih Sultan Mehmed’in ölüm tarihini de diğer şirketine isim olarak vermiş olabilir mi?
Elbette bilmiyorum. Ama, 7. Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in 3 Mayıs 1481’de öldüğünü çok iyi biliyorum!
1481’de, bunun dışında çok önemli bir olay cereyan etmediğine göre; Argun Erkaya’nın Fatih’in ölümünden sevinç duyduğu söylenebilir mi acaba?
Değilse, bu tarihlerdeki sır ne?
Öyle sanıyorum ki;
Daire işini aydınlığa kavuşturduğumuzda, herhalde diğer fasit dairelerden de kurtuluruz!
Gözüm, kulağım Vakit muhabirlerinde.
İnanıyorum ki; bu sırları çözecekler ve karanlıkları aydınlatacaklardır!
Ben onları izliyorum.
Sizler de Vakit’i izlemeye devam edin!
(Hasan Karakaya, Vakit, 2009-08-21)
ERKAYA’NIN OĞLU ARGUN MASON ÇIKTI
28 Şubat sürecinde dindar insanlara yaptığı baskılarla bilinen Batı Çalışma Grubu’nun kurucusu Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın oğlu Argun Erkaya’nın, Büyük Mason Mahfili’nin İstanbul üyelerinden birisi olduğu ortaya çıktı.
Güven Erkaya’nın varislerinden oğlu Argun Erkaya’nın ilginç bir bağlantısı tespit edildi. Galatasaray Lisesi mezunu olan Argun Erkaya’nın Büyük Mason Mahfili’nin İstanbul kayıtlarında ismi yer alıyor.
Argun Erkaya’nın isminin yanında baba adı olarak “Güven” ismine yer verilmesi dikkat çekiyor. Galatasaray Lisesi camiası ile iyi ilişkileri bilinen Argun Erkaya, Galatasaray Spor Kulübü’nün yurtdışı gezilerini organize eden Pacha Tour’un da genel müdür yardımcılığını yapmıştı.
Argun Erkaya şimdilerde ise Levent’teki Galatasaray Sosyal Tesisleri içindeki 1481 isimli restaurantı işletiyor. Büyük Mason Mahfili’nin listesinde Argun Erkaya’dan önce gelen isimler ise dikkat çekiyor. Buna göre Argun Erkaya’dan önce listede şu isimler yer alıyor; Onnik oğlu Hüsüman Ardaşeş, Levon oğlu Orakyan Aret, Hasan oğlu Argun Karagöz, Şevket oğlu Argun Yelutaş ve Serkis oğlu Ari Gürman.
(Aktif Haber, 2009)
Gaffar Okkan’ı Hangi Paşa Öldürttü?
Tür: DERİN HABER
3′üncü Ergenekon davasının eklerinde vahim iddialar var. Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan 3’üncü iddianamenin ek klasörlerinde, 4 gizli tanığın ifadeleri ayrıntılı bir şekilde yer alıyor.
İfadelerine imza yerine parmak izi basan İlkadım, Anadolu, Gurbet ve Mehmet kod adlı gizli tanıklar, Okkan suikastından Gazi olaylarına kadar Türkiye’yi sarsan birçok olayla ilgili vahim iddialarda bulunuyor.
Ek klasörlerdeki gizli tanık ifadeleri arasında en çarpıcı olanı olağanüstü hal döneminde köy koruculuğu yaptığını söyleyen İlkadım’a ait. İlkadım ifadesinde, o dönemde bölgede yakalanan terör örgütü mensuplarına ve yöre halkına korkunç işkenceler yapıldığını öne sürüyor. İşte gizli tanığın dilinden vahim iddialar:
KULAK KESTİLER
1993-1994 yıllarında Cudi’de düzenlenen bir operasyon sonrasında yakalanan 7 PKK’lının sorgusu sırasında, Uzman Çavuş Cengiz Sonay teröristlerden birinin kulağını kesti. Örgütün yönetici kademesinden olan bu teröristler daha sonra kum ocağına götürülerek kurşuna dizildi.
6 KÖYLÜYÜ TABURA GÖMDÜLER
1994-1995 yılları arasında Görümlü’de düştüğümüz pusuda 2 askerin şehit olması üzerine, Görümlü Bölük Komutanı olan Mehmet Zekeriya Öztürk, köy halkından 6 kişiyi gözaltına aldı. Sonra da köylüleri öldürtüp, taburun içerisindeki boş alana gömdürdü.
YEŞİL’LE TUNCAY GÜNEY BİR ARADA

Tuncay Güney
Silopi’de görev yaptığım sırada Tuncay Güney, İlçe Jandarma Komutanlığı’na geldi. Daha sonra Güney’e Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım da katıldı. Yeşil buradan sınırı geçti ve Kuzey Irak’a gidip peşmerge komutanıyla buluştu.
SUİKAST TALİMATI ERSÖZ’DEN
2001 yılında Diyarbakır’a gittim. O zaman Levent Ersöz İl Jandarma Alay Komutanı’ydı. Levent Ersöz bazı uzman çavuş ve astsubayları makamına çağırdı ve ’Diyarbakır’da çok önemli bir göreve gidiyorsunuz’ dedi.

Levent Ersöz
4 araçtan birini ben kullandım. Şehirde 3’ü asker 7 kişi lav silahı ve tüfeklerle bizden ayrıldı. 20 dakika sonra silah sesleri duydum. Geriye gelenlerle buradan ayrıldık. O gün Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ı öldürdüklerini sonradan öğrendim. Korkumdan konuşamadım. Levent Ersöz o zaman çok kudretli bir adamdı. “
Okkan ve 5 polis suikasta kurban gitti

Gaffar Okkan
Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001 günü Emniyet Müdürlüğü binasından ayrıldıktan hemen sonra Şehitlik Semti Sezai Karakoç Bulvarı’nda makam aracının içinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Saldırıda Okkan’ın yanı sıra Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un yeğeni Atilla Durmuş, Mehmet Sepetçi, Mehmet Kamalı, Sabri Kün ve Selahattin Baysoy adındaki beş polis memuru da yaşamını yitirdi.
HİZBULLAHÇILAR MAHKUM OLDU
Suikastın ardından, 26 Hizbullah militanın olayı gerçekleştirdiği iddia edildi. Bu isimlerden bazıları yakalanabildi. Yapılan yargılamada, Hizbullah liderlerinden Mehmet Beşir Varol, 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Aynı davada yargılanan, örgütün Diyarbakır sorumlusu Mehmet Çiçek’in de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması kararlaştırıldı.
(www.aktifhaber.com, 08-2009)
Tür: DERİN HABER
FBI’ın Türkçe tercümanından bomba itiraflar: ABD, Susurluk’tan korktu skandalın üzerini kapattı. İşte ABD’yi korkutan o gerçekler:
11 Eylül sonrasında ABD istihbaratında yaşananları gözler önüne sermek için büyük bir mücadele veren eski FBI tercümanı Sibel Edmonds bu kez de Ortadoğu ve Orta Asya’daki gizli operasyonlarda Türkiye’nin taşeron olarak kullanıldığını, Susurluk çetesinin de bunun bir parçası olduğunu ileri sürdü.

Sibel Edmonds
Tercümanlık yaptığı FBI’daki usulsüzlükleri dile getirmesinin ardından 2002 yılında Amerikan istihbaratı tarafından işine son verilen, ancak 11 Eylül sürecinde Bush yönetiminin bir numaralı düşmanı haline gelen Sibel Edmonds bir kez daha Amerika’yı karıştırdı. Daha önce El Kaide tarafından düzenlenen ve dünyada askeri-siyasi dengelerin yeniden şekillenmesine sebep olan İkiz Kule saldırısının Amerikan istihbaratının bilgisi dahilinde gerçekleştiğini iddia ederek ortalığı ayağa kaldıran 38 yaşındaki Türk asıllı Edmonds, bu kez de ABD’de Demokratlar’ın en büyük internet sitesi Daily Kos’ta yayınlanan “Bomba iddialar” başlıklı röportajında ABD’nin Orta Doğu ve Orta Asya’da Türkiye ile ortak gizli operasyonlar düzenlediğini, El Kaide ve Taliban’ın da 11 Eylül’den önce ABD hesabına çalıştığını ileri sürdü. Edmonds, “Amerika’nın adamı” olarak nitelendirdiği El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in de İkiz Kule eyleminden önce ABD tarafından operasyonlarda kullanıldığını kaydetti.
‘ABD çıkarları kollandı’
Bu iddialarına kanıt olarak FBI’da geçirdiği süre içerisinde karşılaştığı istihbarat raporları ve diyalogları gösteren Edmonds, ABD’nin El Kaide ve Taliban ile bağlantı konusunda da Türkiye’yi taşeron (proxy) olarak kullandığını belirtti. Edmonds’un Türkiye’de bomba etkisi yaratacak en önemli iddiası ise Susurluk skandalıyla ortaya çıkan derin devlet oluşumunun da ABD’nin bu gizli yapılaşmasının bir parçası olduğu şeklinde. Edmonds’a göre ABD yaklaşık 10 yıldan beri Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’daki etkisi kullanılarak bu bölgelerde Türk ajanlarının da yardımıyla ayaklanmalar ve Amerikan çıkarlarını kollayan operasyonlar düzenliyor. Susurluk’un önde gelen isimleri de bunun bir parçası. Edmonds’a göre MİT’in Kontr-terör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür ile ABD’nin eski Türkiye büyükelçileri Grossman ile Edelman Türkiye’deki oluşumun en önemli liderleri arasındaydı.
Edmonds’a göre ABD’nin bölgedeki gizli operasyonlarının Susurluk’un çözülmesi durumunda açığa çıkmasından korkan ABD’liler başarılı bir şekilde bu skandalın hasıraltı edilmesini sağladı.
Ladin ABD’nin adamıydı

Edmonds ABD’nin Orta Asya’daki operasyonları konusunda şu iddiaları ortaya attı:
* Amerikalılar’ın Özbekistan, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’da huzursuzluk yaratmak istediği zamanlar Çin ve Rusya’dan gelecek tepkileri bertaraf etmek ve parmak izini bu bulaştırmamak için kullandığı ülke Türkiye oldu.
* Bölgedeki hem pan-Türk hem de Pan-İslam etkileri nedeniyle NATO müttefiki Türkiye’nin bölgedeki etkisi ABD’den çok daha fazlaydı.
* Türkiye bölgede Taliban ve El Kaide’yi kullanarak etkisini artırdı. Yaklaşık 10 yıl önce bu bölgede başlayan operasyonlarda Türk ajanlar kullanıldı. Amaç bu bölgedeki enerji kaynakları ve askeri gücü ele geçirmekti.
* Bin Ladin, Taliban ve El Kaide 11 Eylül’den önce Amerika için çalıştı.
* Çin’in Şincan bölgesindeki Uygurlar’ı da Türkiye’nin nüfuzunu kullanarak ABD kışkırtıyor. Son olaylar da Amerika’nın bu bölgede yaratmak istediği karışıklık nedeniyle çıktı.
18 ismi sitesinde yayınladı
Edmonds, ABD’nin Ortadoğu ve Orta Asya’daki gizli operasyonlarının içinde yer aldığını iddia ettiği 18 ismin fotoğraflarını da web sitesinden yayınladı. Listede Richard Perle, ABD’nin eski Ankara Büyükelçilerinden Eric Edelman, Marc Grossman’ın yanısıra Mehmet Eymür’ün adı da yer alıyor.
Azerbaycan darbesi
Azerbaycan’daki darbe girişimiyle Türkiye’nin bağlantısı Susurluk Raporu’nda yer almıştı
Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından görevlendirilen Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nda Azerbaycan’daki darbe girişimine de yer verilmişti. Ancak kamuoyuna açıklanan raporun Azerbaycan’la ilgili bölümü devlet sırrı nedeniyle yayınlanmamıştı. Raporun sansürlenen 12 sayfalık bölümü yıllar sonra Ergenekon iddianamesinin eklerinde yer aldı. Buna göre Azerbaycan’daki darbe girişimi raporda şöyle anlatılıyordu:
Emniyet Genel Müdürlüğü yurtdışına açılırken, MİT eski elemanı olup, Türkiye’ye dönen Abdullah ÇATLI’yı ele almış ve dış operasyonlar için istihdam etmiştir. MİT’in Azerbaycan’daki Darbe Girişimi başlıklı not’u uzun olduğu için Ek: (8) olarak sunulmuştur.
Bu not’un tetkikinden görüleceği üzere ve özetle darbe; “Azerbaycan’ın karışıklığından kaynaklanmış, Ayvaz GOKDEMİR’in zımni desteği sağlanarak, Acar OKAN, Kamil YÜCEOKAL’ın Türkiye’den katkısı ile Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, eski Başbakan Suret Hüseyinov ve Omon birlikleri kumandanı Ruşen Cevadov ve Elçibey’in iştirakiyle yapılacak ihtilâl, Azerbaycan’daki Türk görevlilerinden MİT Bakü temsilcisi Ertuğrul GÜVEN’in, TİKA görevlisi Ferman DEMİRKOL’un ve Din Hizmetleri Müşaviri Abdülkadir SEZGİN’in ihmali, kusuru veya tertibi ile oluşmuştur. MİT ise 10 Mart 1995 de gelişmeleri haber almış, Sn. Cumhurbaşkanı vasıtasıyla Haydar ALİYEV’i ikaz etmiştir.”
Ferman Demirkol’un kime bağlı olduğu sualimize cevaben Sn.Müsteşar adı geçenin MİT elemanı olduğunu teyit etmiştir. Raporun teklifler bölümünde ise “Azerbaycan’da Darbe Girişimi ve Türk tarafının tutumu ayrı bir soruşturmaya konu olmalıdır” denilmişti.
Trafik kazasıyla ortaya çıkan karanlık ilişkiler
Susurluk skandalının ardından oluşan iyimser hava kısa sürede yok oldu. Uzayan davalar siyasilerin ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ sözünü boşa çıkardı.
3 Kasım 1996’da Susurluk’ta bir Mercedes kamyonun altına girdi. Mercedes’te bulunanların kimliği açıklandığında cumhuriyet tarihinin en önemli skandallarından biri ortaya çıktı. Kazada Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, 1980 öncesi birçok kanlı eyleme imza atan Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us yaşamını yitirmiş, DYP milletvekili Sedat Bucak ise ağır yaralanmıştı. Kamuoyu günlerce katliam zanlısı, siyasetçi ve bip polis şefini bir araya getiren ilişkiler ağını tartıştı. Karanlık ilişkilerin ortaya çıkmasını isteyen yüzbinlerce vatandaş, “Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakiak Karanlık” eylemine katıldı. Mitingler düzenlendi. Ancak dönemin hükümeti ise bu talepleri küçümsedi. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, eylemle ilgili olarak “mum söndü oynuyorlar”, Başbakan Erbakan ise skandalla ilgili olarak “fasa fiso” dedi. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise “Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” diyerek, karanlık ilişkiler içinde olduğu iddia edilen güvenlik güçlerine sahip çıktı. Refah-Yol hükümetinin 28 Şubat süreci sonucunda düşmesinin ardından iktidara gelen Mesut Yılmaz, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş’ı olayı araştırması için görevlendirdi. Savaş ünlü Susurluk Raporu’nu kaleme aldı. Ancak uzun tartışmalar ve yargılamaların ardından kamuoyunu tatmin eden bir sonuç çıkmadı. Skandalla ilgili bir çok iddia aradan yıllar geçtikten sonra açılan Ergenekon davalarında da gündeme geldi.
YENİ HAKİM DAVAYI 3 AYDA BİTİRMİŞTİ
SUSURLUK’TAKİ ünlü Kazanın ardından kamuoyunda büyük tepki oluştu ve yüzbinlerce insan “Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık” adı verilen eyleme katıldı. Siyasiler karanlık ilişkilerin açığa çıkarılacağına dair sözler verdi.
İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11 Kasım 1996’da başlattığı soruşturma 6 Mart 1997’de tamamlandı. İstanbul 6 Nolu DGM’de açılan dava, 2 Haziran 1997’de görülmeye başlandı. Bir yıl sonra davada tutuklu yargılanan sanık kalmadı. Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ve MiT eski görevlisi Korkut Eken’in 6’şar yıl, diğer 12 sanığın da 4’er yıllık ağır hapis cezasının Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nce onandığı yargı süreci, yaklaşık 4 yıl 7 ay sürdü. Mehmet Ağar hakkında görevsizlik kararı verildi, Sedat Bucak’ın dosyasını ise ana davayla birleştirdi. Bu davada Bucak beraat etti.
Davayı 12 Şubat 2001’de karara bağlayan 6 No’lu DGM, sanıklardan İbrahim Şahin ve Korkut Eken’i, “cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülü yönetmek” suçundan 6’şar yıl, eski polisler Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ercan Ersoy ve Ziya Bandırmalıoğlu, Bucak’ın şoförü Abdülgani Kızılkaya, “katliam hükümlüsü” Haluk Kırcı, “uluslararası uyuşturucu kaçakçısı” Yaşar Öz, öldürülen Topal’ın iş ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’i de “cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak” suçundan 4’er yıl ağır hapis cezasına mahkum etti.
Çetinbaş sonuçlandırdı
İstanbul 6 No’lu DGM’de, 2 Haziran 1997’de görülen davaya heyet başkanı olarak çıkan Sedat Karagül, Kasım 2000 tarihinde yapılan atamalarda istanbul Cumhuriyet Savcılığı’nda görevlendirildi. Uzun süre burada kendisine görev verilmesini bekleyen ve daha sonra da üye hakim olarak istanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne atanan Karagül, 26 Eylül 2001’de geçmiş hizmetlerine uygun bir görev verilmediği gerekçesiyle emekliye ayrıldı. Davayı, Sedat Karagül’ün yerine atanan Metin Çetinbaş’ın başkanlığındaki heyet davayı 3 ay içerisinde sonuçlandırdı.
(www.aktifhaber.com, 08-2009)
Türkiye’yi Ayağa Kaldıracak Haber
Tür: DERİN HABER
Taha Kıvanç, yazısında, bugüne kadar pek kimselerin bilmediği korkunç ayrıntıları ele almış. Bu yazılanlar Türkiye`yi ayağa kaldırır!
Önce bir düzeltme yapayım. Erdoğan Aktaş`ın `Türkiye`nin Nabzı` programının sonuncusunda medyanın durumunu tartıştık; orada bir yanlış yapmışım: Süleyman Demirel`in Çankaya`da oturduğu dönemde medya üzerinde uyguladığı baskılara örnek istendiğinde, zihnimden `Fevzi Kahraman` adı geçtiği halde dilimden `Dr. Yalçın Özer` sözcükleri çıktı.
Demirel sevmediği yazarlar hakkındaki kanaatlarını etkili olacağını düşündüğü kişilere açıkça söylerdi. O sırada Türkiye gazetesinin başında şimdi İhlas Haber Ajansı genel müdürü Fevzi Kahraman bulunuyordu ve büyük yenilikler planladığı biliniyordu. Planlar henüz niyet safhasındayken Kahraman görevden alındı. Eski cumhurbaşkanına teessüflerini bildirmek için Ankara`ya kadar gittiğini hatırlıyorum Fevzi Kahraman`ın.
Bana bu düzeltme fırsatını Yeniçağ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar verdi; `Yalçın Özer`in Türkiye gazetesindeki işine son verilmesi dönemin güçlü kişisi Org. Çevik Bir`in gazete patronuyla görüşmesi sonrasında gerçekleşti` bilgisini sunan Önkibar.
Okuyalım:
`Olayın içinde olan biri olarak gerçek şudur: 28 Şubat sürecinde İhlas Grubu da yakın izlenmedeydi. Bendeniz Mehmet Ağar`ı araya sokarak Çevik Bir`den randevu aldım. Randevuya Enver Ören`le beraber gittik. Enver Bey Genelkurmay`da `Size teslim olmaya ve emirlerinizi almaya geldim` dedi. Bu arada Enver Bey dolu sürahiye çarptı, sürahi yere düştü ve Erol Özkasnak bir miktar ıslandı. Çevik Paşa bir müddet sonra `Sizden hiç bir ricam yok; sadece Yalçın Özer bizi Emniyet`le korkutmasın, polisle bizi mukayese etmesin. Onların da silahı var demesin yeter` dedi. Enver Ören bunun üzerine; `Mesajımı aldım, Yalçın Özer bittiii` dedi. Çevik Paşa`Hayır ikaz edin yeter` dedi.

Yalçın Özer
`Görüşmenin yapıldığı akşam Yalçın Özer`in yazıları ânında kesildi ve merhum Özer, Enver Bey`in bu tutumu nedeniyle bir süre sonra kahrından öldü. Ören de utancından Yalçın Bey`in cenazesine bile katılamadı.`

Enver Ören
Ne güzel, hem bir yanlışı düzelttim, hem de Dr. Yalçın Özer`e rahmet dileme fırsatı buldum. Dün bizim gazetede çıkan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı`nın makam odası içerisine kendisinden başkasının girmesine izin vermediği bir `kozmik oda` inşa ettirdiği haberini okuduğumda, aklıma hemen Avni Özgürel`in geçen hafta Radikal`de yazdığı `olay` geldi. Adını vermediği `Bir` asker kişiyi anlatıyordu yazısında; `Ortadoğu`da söz ve iddia sahibi ülkelerin (herhalde `İsrail` kast ediliyor, TK) askeri karar vericilerinin gözünde `en muteber şahıs` sayılıyor` imiş o `Bir` asker kişi.

İsmail Hakkı Karadayı
`Kozmik oda` inşa ettiren komutan, kurum içi iletişimi de denetim altına almış; hem de bir altındaki komutana bile haber vermeden. `Herkes kurum dışına çıktıktan sonra` diyor Radikal yazarı, `Bilgi işlem elemanları istihbarat personeliyle birlikte bütün bilgisayarlarda kimin hangi dosyalar üzerinde çalıştığını kontrol edip ister kayıtlı ister silinmiş olsun, mutadın dışında bir şey gördüklerinde bunu ertesi sabah `1 numara`nın önüne koyuyorlardı.`
Kuşkulu ortamlar için yerinde bir tedbir. Dönemin güçlü `Bir` komutanının bilgisayarında `Ortadoğu ülkelerinden birinin en üst düzey askeri yetkilisi` ile yazıştığı fark edilmiş denetimlerde. Gönderdiği notta şu yazıyormuş: Bu ağustosta İstanbul`a gitmem söz konusu; aksi halde Ankara`ya işin başına gelmem mümkün değil. Sonrasında büyük kulis dönecek haliyle. Ertesi sene emekli de edebilirler. İki ihtimale göre de planımı yaptım. Şayet emekli ederlerse cumhurbaşkanı olmayı düşünüyorum.`
Gönüllerde ne aslanlar yatıyor, görüyorsunuz.
Depremi Değerlendiren Komutan!
Yazıda bir ayrıntı daha var ki, işte o müthiş: Güçlü `Bir` komutan emekliliğe hazırlanırken 17 Ağustos (1999) depremi olmuş. Kafasında daha yüksek bir koltuk ve oradan da Çankaya var ya, bunu fırsat bilmiş o komutan.
Gerisini Avni Özgürel`den okuyalım: `Onbinlerce insan enkaz altında yardım beklerken bir zamanlar kurumunun göz bebeği olan kişi ` fırsat bu fırsat` diyerek Ankara`ya sıkıyönetim ilânı için şantaj yapıyor, `Sıkıyönetim ilân edin, kurtarayım İstanbul`u` diyordu. Dediği yapılsa olağanüstü halin gereği olarak hakkındaki emeklik kararı yürürlükten kalkacak, önü bir daha engellenemeyecek şekilde açılacaktı.`
Karargâh restini görmüş ve emeklilik yazısı elden gönderilmiş; kendisi için `devir-teslim` töreni de yapılmamış. Sonra? `Sonra ödüller aldığı ülkelerin himayesinde hiçbir şart altında üzerine gelinmeyeceği güvencesiyle köşesine çekildi` diyor Radikal yazarı.
`Demokrasi` vurgusu yapanlar, aslında, `kozmik oda inşası` ve `sefertasıyla işe gitme` ihtiyacını ortadan kaldırmak istiyorlar.
(www.tumgazeteler.com, 2009-06-30)
Turkcell’le Bağlan Jandarmaya
Tür: DERİN HABER
Turkcell, Jandarma İstihbarat’la iyi çalışmakla yetinmemiş, Jandarma’ya dinleme cihazları alımını da fonlamış. İşte Taraf’ta çıkan şok belge.

Türkcell’in sahibi Mehmet Emin Karamehmet
Ergenekon İddianamesi’nin eklerine göre Turkcell, Jandarma İstihbarat’a 600 bin dolarlık örtülü alımla, internet iletişimini izleme cihazları temin etti.
İkinci Ergenekon iddianamesinin ekinde yer alan belgeler, Turkcell’le Jandarma İstihbaratı arasındaki ilişkilere dair çarpıcı bilgiler ortaya koyuyor. GSM operatörü Turkcell’in kayıtlarına göre İngiltere’deki Cambridge Lake adlı firmaya ödenen 600 bin doların ‘yazılım’ karşılığı gösterilmesine karşın gerçekte ‘GSM ekipmanı’ için yapıldığı belgelendi.
MASAK(Mali Suçları Araştırma Komisyonu) tarafından hazırlanan rapora göre Aytaç Yalman ve Şener Eruygur’un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde Jandarma İstihbaratı’na istihbarat faaliyetleri için ekipman ve cihaz satan Hakan Şanlı’nın olayda aracılık yaptığı anlaşıldı.
Oysa Ergenekon davasında tutuksuz olarak yargılanan Hakan Şanlı Turkcell’le iş yapmadığını, Turkcell de Şanlı’yla herhangi bir iş ilişkisinin olmadığını açıklamıştı. Turkcell’in ‘yazılım’ için ödendiğini söylediği 600 bin dolarla Jandarma’ya Rus firmalarından GSM ekipmanı mı satın alındı sorusu gündeme geldi.
Hakan Şanlı gerek MASAK soruşturması sırasında gerekse Ergenekon davası sürecinde verdiği ifadelerde Cambridge Lake aracılığıyla Rus firmalarından satın aldığı ve ‘yolcu beraberinde yurda sokulan’ internet takip sistemleri’ni Jandarma İstihbaratı’na teslim ettiğini, faturasız olarak gerçekleştirilen bu satışın bedelinin örtülü ödenekten karşılandığını anlatmıştı.
Masak esrarı araladı
Ergenekon’un ikinci iddianamesinin eklerindeki 105 numaralı klasörde, Rem Mümesillik ve Dış Tic. A.Ş.’nin ortağı ve yöneticisi olan Hakan Şanlı’nın Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’yla yaptığı alışverişlerle ilgili ayrıntılı bilgiler ve belgeler yer aldı.
Bunlar arasında Hakan Şanlı’nın hesabına 9 Ağustos 2002′de Turkcell tarafından yapılan havale de incelendi. Klasörde bu konuda MASAK tarafından hazırlanan 6 Ekim 2008 tarih ve 2008-İNCR/GK-903/1 sayılı rapor yeraldı. Belgelere göre, Şanlı’ya Turkcell tarafından yapılan 600 bin dolarlık para transferi inceleme konusu oldu.

Konu, Ergenekon soruşturması sırasında gözaltına alınan Şanlı’ya soruldu. Şanlı ilk ifadesinde Turkcell’le herhangi bir alışverişi olmadığını, bu transferin ‘Jandarmaya satmış olduğu cihazların resmi kayıtlara intikal ettirilememesi sebebiyle olduğunu’ belirtti. MASAK konuyu Turkcell’e de sordu.
Turkcell, İngiltere’deki Cambridge Lake firmasından ‘telekomünikasyon sinyalleşmelerinde arıza giderme ve kalite testlerinde kullanılan bir ürün olan GSM Protocol Analyser isimli bir cihaz aldığını’ bildirdi.
Turkcell’in cevabında, ‘Alımı yapılan ürünün bir yazılım olması itibariyle de internet üzerinden şirketin veri tabanına bağlanmak ve firma tarafından tahsis edilen şifre kullanılarak kendi veritabanına yüklendiği’ kaydedildi. Sözkonusu firmanın talebi üzerine 600 bin doların Hakan Şanlının hesabına havale edildiğini açıklandı.
Belgelere göre Şanlı da bu parayı parça parça Cambridge Lake’in hesabına aktardı. MASAK raporunda yeralan bilgilere göre Rem bu ticaretten yüzde 2.5 komisyona denk düşen 15 bin doları elden aldı.
Ancak MASAK’ın İngiltere’yle ikili anlaşmalara dayanarak yaptığı resmi başvuru üzerine adı geçen firmanın o zamanki yöneticisi Dean La-vey’den gelen yazılı cevaplar bambaşka bir gerçeği ortaya çıkardı:
“O zamanlar Ankara’daki Rem’in bir çalışanı olan Bay Hakan Şanlı’dan 600 bin dolar aldığımızı teyit edebilirim. Ödemeler Rus şirket Sigtronic tarafından doğrudan REM’e sağlanan GSM Tabanlı ekipman karşılığıydı. Bahse konu ekipman için danışmanlık hizmeti verdik. Biz bu parayı ücretimizi düştükten sonra Moskova’daki Esciom Ltd’ye gönderdik.”
La-vey, Rus firmalarına yapılan havalelerin dekontlarını da resmi cevabına ekledi. La-vey’in bu açıklaması Hakan Şanlı’nın olayda basit bir aracı olmadığını, önemli bir rol üstlendiğini ortaya koydu.
Cambridge Lake Jandarma’ya da satış
Şanlı’nın hesabına Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman olduğu dönemde 954 bin 500 USD, Şener Eruygur döneminde de 30 bin dolar yatırılmıştı. Şanlı, bu paraların ‘örtülü ödenek kapsamında Jandarma İstihbarat Başkanlığı’na internet üzerinden teknik takip sağlamak üzere kurulan sistemlerin teçhizatlarının sağlanması için’ ödendiğini açıklamıştı.
Teçhizatların Türkiye’ye nasıl sokulduğu konusunda şu ilginç bilgiyi vermişti: ‘Doğrudan yurtdışından cihazlar yolcu beraberinde yurda sokularak İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na teslim edilmiştir.’
Şanlı, Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na tanesi 300 bin dolardan dört adet internet takip cihazı sattığını açıklamış ve bunlardan üçünün yerini bildirmişti: ‘Birisi ODTÜ’ye biri Mecidiyeköy’e birisi de Ankara Ulus’a takıldı.’
(Taraf, Mayıs 2009)
ABD’li gazeteciden dehşet verici iddialar
Tür: DERİN HABER
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planının ayrıntılarını açıkladığı üprertici iddialarla şok olacaksınız!

F. William Engdahl
“Norveç ‘Teki Tohum Deposu Dünyayı Ele Geçirme Planının Bir Parçası”
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddiaları son derece ürkütücü. Norveç’teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî üstün ırk yaratmak mı yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? “Kıyamet tohum deposu” olarak da bilinen Svalbard hariç dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen “kıyamet”i kim koparacak? Engdahl sorularımızı yanıtladı.
Yeni Aktüel Dergisini 29 Kasım – 5 Aralık 2007 tarihli 125. sayısında “Kıyamet Kapısı” başlığıyla kapak konusu olarak işlediğimiz ve 26 Şubat 2008′de tamamlanacağını duyurduğumuz “proje”, tamamlandı. Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna “kıyamet tohum deposu” da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.

Svalbard Küresel Tohum Deposu
Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor. Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri var.
Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında “dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme” planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor. İlk baskısı 2007′de yapılan, Nisan 2009′da Türkçe’ye çevrilen “Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile “kıyamet muhafızları” dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında konuştuk.
Kıyamet muhafızları
- Svalbard Küresel Tohum Deposu’nun finansörleri kimler?
Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998′e dek New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952′de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı.
Örgütün finansörleri ise;
- Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates!
- Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont / Pioneer Hi-Bred!
- Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto!
- İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!
- 1970′lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla “Yeşil Devrim” diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!
- ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.
Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde “zaten var olan” tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır?
Ebu Garib tohumları nerede?
- Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?
Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard’da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.
“Ari ırk yaratma projesi”
- Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?
Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971′de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR’ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) “modern tarım ürünü” kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD’de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO’lu “Gen Devrimi”nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı’nı ve Dünya Bankası’nı da işin içine dâhil etti.
“Rockefeller Hitler’in de finansörüydü”
Üstün ırk yaratma projesi tanı olarak nasıl bir şey?
Rockefeller Vakfının ve zengin finans kurumlarının 1920′lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler buna ari üstün ırk diyorlardı. Hitler’in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard’a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı, Third Re-Ich’s Kaiser VViIhelm Instilutcs’nün ari ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyordu. 2. Dünya Savasında ABD resmi olarak savaşa Hitler Almanya’sının karsısında olarak girerken, Rockefeller Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftvvaffe ve VVehrmacht birliklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili ABD Senato araştırması da yapıldı.
Rockefeller Vakfı insanı “gen dizilimlerine” indirgemeye çalışan sözde moleküle! biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan («elliklerini istenen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hitler’in Öjenikçi bilim adamları 2. Dünya Savasından sonra sessi/ce ABD’ye götürülmüş ve Çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusun da ilk adımları atmışlardır.
Gıdalar ile negatif ojenik
Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı?
Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920′den beri biricik amacı “negatif öjenik”tir. “Negatif ojenik” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonalin kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939′da Harlem’de “Negro (Zenci) Projesi” adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: “Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz”.
20 yıllık kısırlaştırma projesi
Negatif öjenik bir kısırlaştırma projesi mi?
Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard’ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığfndan (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Bir başka örnek; 1990′larda BM Dünya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuçları ile, Dünya Sağlık örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaştaki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı.
Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgütü (WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972′de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu’nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!
Hibrid tohumlarla tekel tuzağı
Rockefeller’in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç görünüyor…
Rockefeller Vakfı 1946′da sadece adı yeşil olan “Yeşil Devrim”i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60′larda Rockefeller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra. Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tanın ısı geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi.
Nasıl tekelleştiler?
Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid tohum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred’in ve Monsanto’nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid tohumlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şirketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçlan da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.
Yeşil devrim aslında bir “kimyasal darbeydi”. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar.
Sonuç?
Bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.
Patentli biyolojik silah Peki ya bugün?
Bugün de Gates ve Rockefeller Afrika’da Yeşil Devrim adı altında bir pro jeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.
Büyük bir tekelleşme tehdidiyle karşı karşıyayız
Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum ver meme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler.
(Yeni Aktüel, Aralık 2007)
Genelkurmay’ın STK Andıç’ı
Tür: DERİN HABER
Genelkurmay Başkanlığı`nın yeni bir andıç listesi ortaya çıktı. son günlerde yaptığı haber ve dosyalarla gündem oluşturan Taraf Gazetesi`nin ortaya çıkardığı andıç listesinde yok yok.
Ünlü işadamı Rahmi Koç`u ve sanatçı Sezen Aksu`yu bile andıçlayan Genelkurmay`ın listesinde, Bülent Eczacıbaşı ve Kemal Derviş gibi isimler yer alırken, TOBB, TÜSİAD; Adalet, Dışişleri ve Eğitim bakanlıkları, TESEV, Arı hareketi, Sabancı Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Liberal Düşünce Topluluğu, KADER, KAMER, SODEV, ENKA okulları, Umut Vakfı, Robet Koleji, İstanbul Kültür ve Sanat vakfi gibi, vakıf ve STK`lar var.
Türkiye`de faaliyet göstweren yerli ve yabancı STK`ların, hangi yabancı vakıf ya da kurum tarafından desteklendiğinin belgelendiği andıç listesinin başında ise TESEV ve kurucusu Bülent Eczacıbaşı geliyor.
TÜRKİYE`DEKİ STK`LARIN BAĞLANTILARI
Genelkurmay Başkanlığı tarafından 2006 yılında hazırlanan 73 sayfalık andıçta, ABD, AB ve Musevilerin Soros Vakfı üzerinden sivil toplum örgütlerine rejimi değiştirmek ve ülkeyi bölmek için yardım ettiği ileri sürülürken, ünlü spekülatörün Açık Toplum Fonu aracılığı ile desteklediği dünyadaki örgütler, Gürcistan darbesine verdiği destek, Kıbrıs`daki faaliyetleri yer alıyor.
MUSEVİ SOROS İLE PARA AKTARIMI

Türkiye`de Soros`dan para alan kişi ve kurumlarda tablolarla gösteriliyor. Türkiye`deki STK`lara maddi desteği gösteren tablonun en üstünde ABD`de başkana bağlı dış politika konularını koordine eden Ulusal Güvenlik Konseyi yer alıyor. Rapora göre mali destek buradan Soros Vakfı ve National Endowment For Democracy gibi vakıflara aktarılıyor. Bu vakıflarda Türkiye`deki STK`lara parayı dağıtıyor. Raporda diğer bir tabloya göre ise Soros Vakfı`nın üzerinde hiyerarşik olarak Museviler var. Soros`un da bir Macar Musevisi olduğu hatırlatılıyor.
TÜRKİYE`DE KİMLERE PARA VERİLİYOR
Tabloda bu kurumlarla ilişki içinde olan ve mali destek alan Türkiye`deki kurumlar da sıralanıyor. En başta ise TOBB, TÜSİAD; Adalet, Dışişleri ve Eğitim bakanlıkları, TESEV, Arı hareketi, Sabancı Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Liberal Düşünce Topluluğu, KADER, KAMER, SODEV, ENKA okulları, Umut Vakfı, Robet Koleji, İstanbul Kültür ve Sanat vakfı yer alıyor.
KİM NE KADAR PARA ALIYOR?
Askerin raporunda Amerika ve Soros`dan para alan kurumlar ile ne kadar para aldıkları da not edilmiş.
CIA bağlantı merkezlerinden proje bedeli adı altında para alan kurumlar şöyle sıralanıyor;
* TOSAV(Doğu Ergil) : 92 bin dolar/ 6 bin 250 paund (Türk-Kürt sorununun çözümü için verilmiş)
* ANSAV(Gökhan Çapoğlu) : 189 bin 604 dolar (Parti örgütlenmesi için)
* Stratejik Araştırmalar Vakfı: 190 bin 193 dolar
* Türk Demokrasi Vakfı(Bülent Akarcalı) : 106 bin 100 dolar.
* Liberal Düşünce Topluluğu: 11 bin 500 dolar
* Türk Ekonomi ve Sosyal Etüdler Vakfına: 1 milyon 111 bin dolar.
* Arı grubu: (IRI -Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsünden para alan kurum olarak geçiyor): 278 bin 500 dolar.
* Ulusal Demokrasi Enstitüsü`nün ise Yeni Forum Dergisi`ne 150 bin dolar artı 11 bin 766 dolar aktardığı yazılıyor. Bu enstitünün Türkiye`deki diğer STK`lara ise 824 bin 900 dolar verdiği not ediliyor.
ANDIÇ 1. BÖLÜM
Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Daire Başkanlığıının 2006 yılı Mart ayında yayımladığı Andıç başlıklı belgede STK`lar fişlenmiş. İşte ilk bölüm.
Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Daire Başkanlığı`nın 2006 yılı Mart ayında yayımladığı Andıç başlıklı belgeyle Türkiye`de Sivil Toplum Örgütleri`nin Faaliyetlerini tek tek sıralanıp, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`den, Rahmi Koç`a, Sabancı ailesinden, Eczacıbaşılara, Can Paker`den Oktay Ekşi`ye, TÜSİAD`dan TESEV`e kamuoyunca bilinen birçok isim ve derneğin fişlendiği ortaya çıktı.
Andıçta yer alan kişi ve kurumlar “Türkiye`yi bölmek isteyen ABD ve AB`nin projelerini Türkiye`de yürütmek için birçok fondan yardım almakla” suçlanıyor.
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, Genelkurmay Harekat Başkanı Bekir Kalyoncu ve Bilgi Destek Daire Başkanı Tümgeneral N. Baykul`a gönderilen ve altı bölümden oluşan Andıç`ın konu bölümünde şu çarpıcı ifadeler var: “Bu andıç, ABD ve AB`nin kendi amaçlarına uygun olarak yönlendirdiği sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri hakkında bilgi vermek ve bu kapsamda alınabilecek karşı tedbirler hakkında onay almak maksadıyla hazırlanmıştır.”
Sivil Toplum Örgütleri( STÖ`ler) her geçen gün gelişmekte ve yurtdışı bağlantıları önem kazanmaktadır. İnsan hak ve hürriyetlerinin uluslararası bir hüviyet kazanarak güçlü ülkelerin elinde siyasi bir koz haline gelmesi STÖ`lerin etkinliğini artırmaktadır”denen Andıç`ın değerlendirme bölümünde ise sivil toplum örgütlerinin yaptığı organizasyonların “ABD, Almanya gibi ülkelerin hedeflerine uygun bir kamuoyunun oluşturulmasına hizmet ettiği” iddia ediliyor.
73 sayfadan oluşan Andıç, ünlü spekülatör George Soros`un kim olduğu ve dünyada hangi organizasyonların içerisinde bulunduğunun anlatıldığı bölümle başlıyor. Soros`un başkanlığını yaptığı Açık Toplum Fonu`nun desteklediği dünyadaki örgütler, Gürcistan darbesine yaptığı destek, Kıbrıs, Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu`ndaki faaliyetleri anlatıldıktan sonra, Soros Vakfı`ndan Türkiye`de parasal destek alan kişi ve kurumlar tablolarla gösteriliyor.
Türkiye`deki STK`lar, kişi ve diğer kurumlara mali desteği gösteren tablonun en üsütünde ABD`de Başkan`a bağlı dış politika konularını koordine eden resmi bir bürokratik yapı olan Ulusal Güvenlik Konseyi`nin (National Securitiy Council) konulması dikkat çekiyor.
Andıça göre mali destek buradan Natıonal Endowment For Democracy, Soros Vakfı gibi kuruluşlara geliyor ve oradan da Türkiye`deki kurumlara dağıtılıyor. Andıçtaki başka bir tabloya göre ise Soros Vakfı`nın hiyerarşik olarak üzerinde Musevilik var. Zaten George Soros tanıtılırken de Macar yahudisi olduğu kanlın karakterlerle yazılmış.
Tablolarda bu kurumlarla ilişki halinde olan ve onlardan mali destek alanlar arasında TOBB, TÜSİAD, Adalet, Dışişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları, TESEV, Arı Hareketı, Sabancı Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü, Liberal Düşünce Topluluğu, KADER, KAMER,SODEV, Umut Vakfı, ENKA okulları, Robert Koleji, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı gibi birçok vakıf, kurum, okul ve üniversiteyi görmek mümkün.
Dört sayfadan oluşan belgenin en dikkat çekici bölümü ise TESEV, Nafis Can Paker başlığının altında ise şu isimler var. “Nebahat Akkoç, Murat Belge, Osman Kavala, Ömer Madra, Eser Karakaş, Neşe Düzel”Sabetaylar” başlığıyla oklarla gösterilen isimler.TESEV Başkanı Can Paker`in adının en ortada ve büyük olarak ayzdılığı bu ilişkiler içinde adı geçen isimlerden bazıları şöyle ” Bülent/Nejat Eczacıbaşı,Sabancı Holding, Mehemt ve Canan Barlas, Ahmet İnsel, Nabi Avcı, Ömer Dinçel, Salim Uslu, Oktay Ekşi, Sezen Aksu, Zülfü Livaneli, Taha Akyol, Özdem Sanberk, Şahin Alpay, Kürşat Bumin, Hakan Altınay, Ali Bulaç, Nadire Mater, Eyüp Can.” Bu isimlerin karşısında irtibatlı oldukları kurumların isimleri ya da çalıştıkları üniversite ve gazetelerin isimleri bulunuyor.
Listede en dikkat çeken isimlerden biri ise Rahmi Koç. Rahmi Koç tabloda Yunan-Türk Forumu eş başkanı olarak bulunuyor. Forumun kurucusu Costas Carras`ın ilişkileri de yine Soros Vakfı`na ulaşıyor.
Genelkurmay Başkanlığı`nca hazırlanan ve altı bölümden oluşan 73 sayfalık Andıç`tan bazı bölümler şöyle:
Rahmi Koç: Yunanlı bir Bilderbergci olan Costas Carras`ın büyük ağırlığı bulunan Grek-Turkish Forum`da da TESEV Üstün Ergüder temsil ediyor. Ergüder adı, Soros`un enstitüsü OSI`nın Türkiye yapılanmasında da karşımıza çıkmıştı. Carras`a Southeast Europian Cooperative İnitistive`de (SECİ) de rastlıyoruz. Bilderbergci Carras, Rahmi Koç ile birlikte SECİ`nin Başkanlığı`nı yapıyor.

Rahmi Koç ve David Rockefeller beraber
Annan Planı ve Can Paker: Rum Yunan ikilisinin de büyük katkılarıyla hazırlandığı bilinen Annan Planı, Ali Erel başkanlığındaki Kıbrıs Türk Ticaret Odası, Soros Vakfı yöneticilerinin yönetiminde bulunan TÜSİAD ile birlikte bu planın savunuculuğunu üstlenmiştir. Bu ilişkileri organize eden kişi Can Paker`dir. Paker TESEV Başkanı olup, TÜSİAD Haysiyet Divanı üyesidir.
Kıbrıs İçin Annan Planı- Vatandaşın El Kitabı: Kitapçığı tanıtmak için Can Paker 4.12.2003`te medyanın üst düzey yöneticilerinin katıldığı yemekli bir toplantı düzenledi. Kitap Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü tarafından hazırlandı. İlter Türkmen ve Yalım Erez bu toplantıda hazır bulundu. Yapılan konuşmalarda plana övgüler düzüldü.
Şahin Alpay: KKTC`ye ve Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş`a karşı yıkıcı faaliyetlerde bulunan ve bu faaliyetleri organize edip destekleyen AB yöneticilerinden Karen Fogg ile çok yakın ilişkiler içerisinde olup, KKTC`de Denktaş karşıtı basını ve gazetecileri yönlendiren kişidir.
Gül`le Soros ne görüştü? Mahalledeki Horoz, Soros: Dünyayı kasıp kavuran 1998 borsalar krizinde başroldeydi. Gariptir ki, Türkiye de Soros`la yakından ilgili. Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül`ün eylül ayı içerisinde ABD`ye gerçekleştirdiği ziyarette görüştüğü isimlerden biri Soros`tur. Kendisiyle uzun bir görüşme yaptı. Soros, karanlık bir adam. Öyle ki adı bile gerçek değil. Ancak gerçek adı bilinmiyor. Şaşırtıcı olan soru ise şu: Böylesi karanlık bir adamla Dışişleri Bakanı sıfatıyla Abdullah Gül ne görüşmüş olabilir?
Sabancı Üniversitesi: Soros, İstanbul`a gelip, TESEV Başkanı Can Paker`in evinde akşam yemeği yerken ünlü Türk gazetecisi köşe yazarlarına ve ertesi gün de Türkiye`nin Harvard Üniversitesi olacak diye kurulan Sabancı Üniversitesi`nde öğrencilere ıSizim en önemli ihraç ürününüz ordunuzdurı diye altın akıllar verirken Afganistan`da gövdeler başsız dolaşıyordu.
Kemal Derviş: Soros Türkiye`de Hilton Oteli`nde kaldı. Aynı günlerde Kemal Derviş de oteldeydi. Soros ve Derviş buluşup Türkiye ekonomisini ve geleceğini tartıştılar. Soros kadar ünlü bir para sihirbazını Derviş, Amerika`dan tanıyordur nasıl olsa. İyi şeyler de konuşmuşlardır. Derviş sıradan biri değil. Dünya Bankası çalışanlarından. Dünya Bankası adı üstünde para demek, borç demek, kredi demek. Bizim gibi ülkelerin korkulu düşü demek. Ama yine de insan Türkiye`nin kaderine etken olmak için gönderilen Derviş`le, ünü paraya endeksli adamın ne işi olabilir demeden edemiyor.
Bilgi Üniversitesi: Soros`un İstanbul Bilgi Üniversitesi ili olan ilişkisine da bakmak gerekiyor. Anna Planı`na bu üniversitenin sıcak bakması ve kamuoyunu bu yönde etkilemeye çalışması da boşuna değil.
AKP`ye Eleştiriler: Ortaya çok karmaşık ilişkiler zinciri çıkıyor. Kıbrıs konusunda Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan`da kamuoyu tek ses olurken, Türkiye ve KKTC`de insanların ikiye bölünmüşlüğünü işte bu lobi ile izah etmek mümkün. Malum çevreler ile AKP iktidarı, Rum kesiminden gelenlerin araçlarıyla, muhalefet konvoylarına katıldığı, muhalefete büyük paralar akıtıldığı seçimlerin sonuçlarını ne kadar da doğal karşılıyor.
Türkiye`deki Alman Vakıfları: Türkiye`de yaşayan 100 bin Alman emeklisinin haricinde bilmediğimiz bir grup Alman var; her türlü etnik, dinsel-mezhepsel ajitasyon faaliyetleri gerçekleştiren. Kısaca stratejik öneme sahip birimlerde “etki ajanı” ve “Alman sempatizanı” yetiştiren, şeriatçı yapılanmalardan çevreci örgütlere, bölücü yapılanmalardan terör örgütlerine, yasal derneklerden siyasal partilere uzanan çizgide; Türkiye`ye, Atatürk ilke devrimleri ile Cumhuriyetin tüm değerlerine karşı olan, ulus-devletin parçalanmasını isteyen tüm rejim karşıtlarına lojistik destek vererek bu ülkeyi alttan oyan bir grup Alman istihbaratçı.
ANDIÇ 2. BÖLÜM
Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan “Sivil Toplum Örgütlerinin Faaliyetleri” konulu “gizli” andıçta, “Planan Faaliyetler” başlıklı bölümde, kamuoyu oluşturma, TSK`nın halkla bütünleşmesi, TSK lehine kamuoyu oluşturma, genel ve yerel medyanın izlenmesi gibi konularda yapılması gerekenler sıralanıyor. “Planlanan Faaliyetler” başlığıyla yayımlanan ve andıçın “EK-E”, “E-1 ve E-2″ sayfalarında yer alan değerlendirmeleri imla hatalarıyla birlikte olduğu gibi yayımlıyoruz.
KAMUOYU OLUŞTURMA
1- Kamuoyu oluşturma ve karar süreçlerinin ülkemizin amaç ve hedeflerine uygun olarak etkilenmesi maksadıyla;
a. İlk aşamada, halen iletişim içinde bulunulan ve Listesi EK-D`de sunulan Türk Silahlı Kuvvetleri kökenli dernek ve vakıflarla, soydaş federasyon ve dernekleri,
b. İkinci aşamada, TSK ile yönetsel ve ekonomik ilişkileri ve bağları bulunan ve binlerce eğitilmiş personelin görev yaptığı şirket ve vakıflar ( OYAK, ASELSAN, MKE gibi )
c. Üçüncü aşamada, faaliyet alanları ve yönetim kadrosundaki kişilerin ülkesini ve milletini seven tutum ve davranışları nedeniyle kendisini TSK`ne yakın hisseden dernek, vakıf ve kuruluşlar (KIZILAY, AKUT ve TEMA gibi),
ç. Daha sonraki aşamada, ekonomik ve sosyal bir nedenle TSK ile irtibat tesis etmek isteyen sivil toplum örgütlerinden; yapılacak araştırma sonucunda iletişim kurulmasında sakınca bulunmayanlar ve okul aile birlikleri ile iletişim kurmak,
d. Bahse konu organizsayonların bazı faaliyetleri icra etmesi için cesaretlendirmek ve onların icra edeceği bu faaliyetlerin bilgi desteğini sağlamak,
STK`LARI YÖNLENDİRELİM
2- Medyada ve üniversitelerde görev yapan ve bir Listesi EK-D`de sunulan emekli TSK personeli ile kamuoyunun bilgilendirilmesi kapsamında iletişim kurmak,
3- TSK`nin Halkla Bütünleşmesinin Geliştirilmesi ve Toplumsal Gelişime Destek Faaliyetleri kapsamında; sivil toplum örgütleri ile iletişim ve işbirliği içinde bulunmak, bu kapsamda yürütülecek faaliyetlerde sivil toplum örgütlerini ön planda tutmak, halkın beklentilerine cevap verecek şekilde bu organizasyonlarda birlikte hareket etmek,
4- Halkla Bütünleşmenin Geliştirilmesi ve Toplumsal Gelişime Destek Faaliyetleri kapsamında TSK mensuplarının uygun görülen sivil toplum örgütlerine üye olmalarını teşvik etmek, özellikle TSK`den emekli olan personelin sivil toplum örgütlerinde aktif olarak görev almalarını, bu örgütlerin yönetimi ve yönlendirilmesinde etkin olmalarını desteklemek,
BUNLARI DA DESTEKLEYELİM
5- Milli bayramlarda ve özel günlerde katılımı ve çoşkuyu arttırarak planlanan faaliyetlerin hedeflerine ulaşmasını, aynı günlerde TSK`leri tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini desteklemek,
6- Türkiye`nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan anayasal düzenine yönelik tehditler hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi ve bu değerlere yönelik tehditlerin etkisiz hale getirilmesi mücadelesinde, sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapmak,
7- Halkta ve organizsyonlarda; laik, demokratik ve sosyal toplum değerlerini benimseyen ve destekleyen, toplumsal sorumluluk düzeyi gelişmiş, duyarlı ve çevre bilincine sahip insanların desteklenmesine yönelik faaliyetlerin planlanarak icra edilmesini sağlamak,
8- TSK`leri tarafından icra edilen harekat, tatbikat, tören ve diğer faaliyetlerin kamuoyuna olumlu olarak yansıtılması maksadıyla yapılan bilgi destek faaliyetlerinin etkinliğinmin arttırılmasına yardımcı olmak,
MEDYAYI İZLEYELİM
9- Türkiye ve TSK`nin amaçları ve hedeflerini olumsuz olarak etkileyen tutum ve davranışlara karşı kamuoyunu bilgilendirme faaliyetlerini icra etmek,
10- Genel ve yerel medyanın izlenmesi ve bilgi toplanması, olumsuz yayınların etkinliğinin önlenmesi ve olumlu yayınların etkinliğinin arttırılması maksadıyla icra edilen faaliyetleri desteklemek,
11- Yurtiçi ve yurt dışında Türkiye ve TSK`leri lehinde kamuoyu oluşturulmasını sağlamak, Türkiye ve TSK`leri aleyhinde kamuoyu oluşturma hayretlerine karşı yapılan mücadeleyi desteklemek,
12- Sivil toplum örgütlerinin kuruluş amaçlarına ulaşmaları ve etkinliklerinin artması konusunda onların bilgi desteğini sağlamak,
13- Başta İnternet yayınlarının izlenmesi, bazı sitelere bilgi desteğinin sağlanması, sitelerde yapılan bazı araştırma ve anketlere iştirak edilmesi gibi konularda işbirliği ve koordinasyon içinde bulunmak,
14- İştirak edilen her türlü ortam ve faaliyetlerde; Türkiye ve TSK aleyhine yapılan bilgilendirme çabalarını etkisiz kılmak ve karşı bilgilendirme çalışmalarının yapılmasını sağlamak.
ANDIÇ 3. BÖLÜM
Genelkurmay`ın yeni ortaya çıkan andıçında emekli asker olup medya içinde desteklenmesi gerekenlerin isimleri yeralıyor. İşte o isimler.
Andıçın “EK-D” bölümünde medyada ve üniversitelerde görev yapan, desteklenmesi ve yararlanılması gereken emekli TSK personelinin yer aldığı iki liste yayımlandı.
Medyada yazıları yayımlanan emekli askerler listesinde aralarında Necdet Timur(Ulusal Strateji Dergisi), Kemal Yavuz (Akşam gazetesi) , Çevik Bir(Ulusal Strateji Dergisi), Armağan Kuloğlu (Stratejik Analiz Dergisi), Erol Mütercimler(M 5 Dergisi), Ercan Çitlioğlu(Referans gazetesi), Tevfik Diker(Gözcü gazetesi) bulunduğu 25 isim yer alıyor.
Yine aynı bölümde aralarında Rıza Küçükoğlu(Yeditepe Üniversitesi), İsmet Görgülü(Başkent Üniversitesi), Erol Mütercimler (Yeditepe Üniversitesi), İskender Pala (İstanbul Üniversitesi), Nihat Özcan(Akdeniz Üniversitesi) gibi üniversitelerde görev yapan 24 emekli askerin adı bulunuyor.
(MEHMET BARANSU, Taraf, 2008-04)
|
|
|
|